Liseden sonra Elazığ dışında yaşamaya başlayan Yazar Mehmet Ali Talayhan, gezdiği ve yaşadığı yerleri kaleme alarak, vefa borcunu ödüyor.
“Hicaz Seyahatı” adlı kitabından sonra Mehmet Ali Talayhan “Nevşehir Ve Efsunlu Vadiler” adlı yeni bir kitap…
Ömrünün büyük bir kısmını geçirdiği Nevşehir’e vefa borcunu ödediğini belirten Talayhan, doğduğu topraklar için de bir çalışma içerisinde olduğunu sözlerine ekledi.
Turan Gazetesi’ndeki yazılarıyla tanıdığımız Yazar Mehmet Ali Talayhan’la güzel bir söyleşi gerçekleştirdik. Hicaz’dan Nevşehir’e Nevşehir’den Elazığ’a uzanan zevkli söyleyişi için Talayhan’a teşekkür ediyoruz.
ÇAKMAK: Turan Gazetesi’ndeki yazılarınızla sizleri daha yakından tanımaya başladık. Daha öncede yerel gazetelerde yazdığınızı biliyoruz. Bize Mehmet Ali Talayhan’ı tanıtabilir misiniz?
TALAYHAN: ‘’Elâzığ doğumluyum. Ömrümün büyük kısmı Elâzığ dışında geçti. Lise tahsilimden sonra gurbet başladı. Dört yıl kadar Elâzığ’da çeşitli okullarda görev yaptıktan sonra tekrar dışarı çıktım. Halen dışardayım. Gurbet ve vatan kavramları benim için daha anlamlı hale geldi. Gurbeti hem içimizde yaşadık hem de gerçek gurbeti yaşadık. Gittiğim yerleri nedense Elâzığ ile kıyas ettim. Hala da ederim. Ancak, bizim çocukluğumuzdaki Elâzığ ile şimdiki Elâzığ arasında büyük bir fark vardır. Kimine göre bu fark olumlu kimine göre de olumsuz. Her gelişimde farklılaştığını da görüyorum. Olumlu veya olumsuz olduğu ile ilgili kişilere göre değişir. Değişmeyen sadece özlemdir. İnsanını, velisini, delisini, dilencisini, dondurmacısını, kitapçısını, mahalle bekçisini, imamını, müezzinini, sütçüsü, gazetecisini sinemacısını gittiğiniz yerde arar durursunuz ama bunların hepsi farklıdır ve hiçbirinin dengini bulamazsınız. İşte o zaman gurbette olduğunuzu anlarsınız. Hüzün çökmeye başlar. Bir klarnet sesi duyduğunuzda da içiniz kaynamaya başlar. Ben böyle bir hayat yaşadım ve yaşıyorum. Dünyanın çeşitli ülkelerine gittim. Hiçbirinin Elâzığ kadar olmadığını hissettim. Bu benim duygum. Başka yerleri sevmiyorum manası çıkarılmasın. Bu başka bir duygudur. Buna vatan sevgisi denir. Aslında memleketini sevmeyenin vatanını sevmesini söylemesi yadırganacak bir durumdur. Kendi topraklarımızı seveceğiz ki bütün vatanı sevebilelim. Bu benim görüşüm. Yazı yazmanın bir duygu meselesi olduğunu biliyorum. Bu duygunun üzerine bina edeceğiniz birikimleriniz hayat tecrübeniz ve okuduklarınızdır. İlk yazlarımın unutmadıysam 1976 yılında TURAN gazetesinde yayınlanmıştı. O gazetelere şimdi erişemiyoruz. Ve bunun için hayıflanıyorum. Bir kopyasını maalesef saklamadım. Gazete arşivi de açık değil. Bu da ayrı bir faciadır bence. Asırlık bir gazetenin arşivinde ne hazineler vardır kim bilir? Bulunursa neler kazanırız düşünmek lazımdır. Ömrümüz dışarda geçti nerede olursan ol yabancı gözü ile bakılırsın. Büyük şehriler hariç orada herkes yabancıdır. Tıpkı bu dünyada garip olduğumuz gibi. Dünyaya geldiğimizden itibaren gurbette olduğumuzun farkına varsak bütün meselelerimizi çözeriz. Gurbet gariplik demektir biraz da. Garipten de zarar gelmez. Sevgi ve aşk doludur. Her nereye baksa sılasını görür. Bu mevzular uzar gider.’’
ÇAKMAK: ‘’Köşe yazarlığınız yanı sıra “Hicaz Seyahati” adlı bir kitapla yayın hayatına da girmiş bulunuyorsunuz. Adı üzerinde bir seyahat konulu bir eser. Kısaca bahseder misiniz?’’
TALAYHAN: ‘’Hicaz Seyahati kitabının macerası çok uzundur. Bulunduğum yerden başka bir yere gidecek olsam gideceğim yerin haritası dahil tarihi, coğrafyası ve daha başka konularını araştırırım. Alışkanlığım budur. Büyüklerimizin Hac ve Umre maceralarını selamlık odalarından çok dinlemişliğim vardır. Neler dinlemişim neler. İstanbul’dan bir tanıdığın vasıtası ile bir kafileye dahil olarak Umreye katıldık. ELFED Başkanı Faik İçmeli başkanlığındaki bu heyetin seçilmiş insanlardan olduğunu söyleyebilirim. Yani daha şuurlu bir ziyaret olacağını düşündüm. Öyle de oldu. Ziyaretimizin verimli olduğunu iç alemimiz ile kısımlarını hariç tutuyorum. Herkesin neler hissettiğini anlamak zor tabi. Hicaz bölgesi ile ilgili yapılan ziyaretlerden çok az insan hatıralarını yazdı. Bizden Evliya Çelebi meşhur eserinde yazdı. Orada çok önemli bilgiler vardır. Dahası meşhur şairlerimizden Cenap Şahabettin’de yazdı. Seyahatini gemin ile yaptığından Mısır’a kadar olan kısmını yazdı. Necip Fazıl’ın da bir Hac kitabı vardır. Ayrıca en kapsamlı kitap Hüseyin Vassaf ’ın yazdığı Hicaz Hatırasıdır. Kanaatimce en kapsamlı olan da Hüseyin Vasıf’ındır. Hüseyin Vassaf’ın kitabından çok etkilendiğimi de itiraf ediyorum.
Bizimkisi kısa bir umre ziyaretiydi. Ancak, rutin ziyaretlerimizden Türk’e ait olanları aradım durdum. Hüseyin Vassaf’ın çektirdiği 120 yıl evvelki fotoğrafları ezberlemiş zihnime nakşetmiştim. Faik İçmeli ile konuşmalarımız hep eskilere dairdi. Bu sırada da bana dönerek bunları yazmalısın dedi. Daha ziyaret devam ederken zihnimde yazacaklarımın ve yaşadıklarımın bir planını yaptım. Dönüşte yazdım. Ancak, yıllar sonra yayınlandı. Ziyaretten beş yıl sonra yayınlanan kitap çok kısa zamanda tükendi. Benim elimde bile yok. İçinde neler mi var? Kutsal bir ziyaretin mistik heyecanları ile Türk milletinin bu topraklara verdiği değerin karşılığında çektiği acıları kılcal damarlarıma kadar hissettim. Fahrettin Paşa, İdris Sabih Gezmen ve başka Türk büyüklerinin yaşadıklarını hayal vicdan ve gönül arasında yaşadım. Kitapta ayrıca Türk milletine ihanet edenlerin serüvenlerini de anlatmaya çalıştım. Bir şeye öncülük etmek istedim. İnşallah başarılı olurum. Gördüklerim bildiklerim ve hissettiklerim bu üçü bir araya gelince yazmak gelir içimden. Bende hep böyle yapıyorum.’’
ÇAKMAK: “Nevşehir Ve Efsunlu Vadiler” adlı yeni eserinizle yine bir seyahat kitabı yazdınız. Bu yeni eserinizden bahseder misiniz?
TALAYHAN: Nevşehir ve Efsunlu Vadiler kitabına gelince; 43 yılın hasılasıdır. Ömrümün büyük bir kısmını geçirdiğim bu şehre borcumu ödemek istedim. Dünyanın gözünün önünde olan bu şehir için yeterli bir çalışma yapılmadığını gördüm. Son kararda da eski Nevşehir’in birdenbire hoyrat eller tarafından bilerek harabe haline getirildiğini gözlerimle gördüm. Dünyanın en gözde Turizm mekânlarındandır. Vadiler ve vadilerde bulunan dini mekânlar ile zirai faaliyetlerin binlerce yıl evvelki izlerinden çok etkilendim. Kıraç bomboz topraklar arasında vadilerin aslında büyük bir hayat kaynağı olduğunu gördüm. Yazmasam kendime ve Nevşehir’e haksızlık olacaktı. Bunun önüne geçmek için yazdım. 43 senenin birikmişini yazmaya çalıştım. Osmanlı’nın en gözde sadrazamlarından olan İbrahim Paşa, Türk asıllı bir devlet adamıdır. Aldığı kararların büyük bir kısmının bugün hala faydasını gördüğümüzde açıktır. Kendisinden yüzyıllar önce yapılması gerekenlerin yapılmadığını görmüş onları Türk milletine kazandırmıştır. İbrahim Paşa’ya haksız saldırıların hala devam ettiğini görmek oldukça üzücüdür. Korkunç bir akıbeti hiçbir zaman hakketmemişti. Hiç yoktan bir şehir kuran başka bir devlet adamımız var mı diye düşünmek gerekir. Kurucusu olduğu şehir göz göre göre ortadan kaldırıldı. Bir Allah’ın kulu karşı çıkmadı. Buna çok üzüldüm. Nevşehirli değildim ama hatıralara üzüldüğüm için şikâyet etmediğim yer kalmadı. Ne yazık ki insanlar seyirci kaldılar. Hatırasına saygı duyulmayan cemiyet haline nasıl geldik onu anlamakta zorlanıyorum. Nevşehir’i bunun için yazdım.
Vadileri çok az da olsa gezenler vardır. Ancak, gezenler nasıl bir hazinede seyahat ettiklerinin farkında olduklarını düşünmüyorum. Bunu açığa çıkarmanın gayreti içinde olmak istedim. Başarabildim mi bilemiyorum. Zaman gösterecek.
ÇAKMAK: Bu tür başka eserleriniz veya projeleriniz var mı? Elazığ’la ilgili bir çalışmanız olacak mı?
TALAYHAN: Elâzığ’a gelince; diyebilirim ki üzerinde en çok kitap yazılan şehirdir. Elâzığ için yazılacak ne varsa yazılmıştır. Ancak, başka şeyler yazılmasın anlamı taşımasın. Şerif Aydemir’in “Ruhuma Saplanan Şehir” beni en çok etkileyen hikâyelerdendir. Elâzığ’ı anlatır. Daha doğrusu o hikâyede kendi çocukluğumu ve hatıralarımı hatırlarım. Elâzığ üzerine daha çok şeyler yazılmalıdır. Kocaman bir üniversitesi vardır. Çok değerli bilim insanları vardır. Dünya çapında yayın yaparak bizi gururlandıran çalışmaları vardır. Şairleri ve sanatkârları da dünya çapındadır. Mesela bakır rölyef sanatçısından dünyada kaç tane vardır. Olduğunu hiç sanmıyorum. Ama Elâzığ’da var. Harun Taşdemir. Kıymeti biliniyor mu onu da açıkçası bilmiyorum. Bence koruma altına alınmalıdır. Elâzığ’a Elazığlıların haksızlık yaptıklarını düşünenlerdenim. Harput’u gözden çıkardılar. Oysa Harput sadece Elâzığ’ın değildir. Bir bölgenin bütün irfanını arşividir. Bu arşivi son yıllarda hoyratça harcamaya başladık. Devlet dahi sakil binalarla burayı donattı. Yüzlerce yıllık minareler bu binaların arasında maalesef kayboldu. Bizim gibi birkaç cılız ses dışında itiraz eden olmadı. Elâzığ ile ilgili bir çalışma yaparsam bunun yetersiz olduğunu ya da yetersiz görüleceğini düşünerek hep erteledim. Son olarak da TURAN GAZETESİ’ndeki yazılarım üzerine harekete geçerek bir çalışma yaptım. Bu çalışma bitmek üzeredir. Bittiğinde ilk size haber vereceğim.