ÖZEL HABER

RUHUNU YiTiRMiŞ KENT ELAZIĞ!

Av. Cem BAYINDIR- Kültürel dokusunu kaybetmiş, tarihi binaları metruk, dört bir yanı TOKİ Konutlarıyla çevrili Elazığ…

24 Ocak 2020 Depremi’nin ardından hasarlı binalarla birlikte Elazığ’daki Anadolu yapı mimarisinin son örnekleri, tarihi çeşmeler, su yolları, taş ve ahşap eserlerimiz hafriyatla yok edilirken, yerlerine tek tip binalar konduruldu...


Elazığ’da yapılacak tüm yapıların, kent insanının kimliğine uygun, kentin ruhunu taşıyan, Harput’ta, Hüseynik’te, Mornik’te, Yığınki’de zamana direnen ve sağlam tarihsel binaların örnek alınarak yükselmesi gerekir...

TOKİ yaptığı konutlarda, Anayasamızın 57. maddesindeki “şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama maddesini temel almalı ve “çevreye ve insan haklarına saygılı bir mimarlık kültürünü” gözetmek zorundadır…


Elazığ’da 24 Ocak 2020 Depremi’nin ardından artçı sarsıntılarla birçok yapı ya ağır hasar gördüğü için ya da kentsel dönüşüm kapsamında yıktırılırken, aradan geçen süre sonunda 6 Şubat Kahramanmaraş merkezli depremlerden de büyük yaralar aldığından, bugün birçok bina, yıkım işlemlerinde usulsüzlük olduğu iddiaları ve söylentileri altında yıkılmak için sırasını bekliyor.
Bu yıkımlardan en fazla etkilenen ve adeta gözden çıkarılan yapılarımız arasında Anadolu yapı mimarisinin son örnekleri durumunda olan ve yüzlerce yıllık bir sürecin ağır yükünü taşıyan, yerel mimari ustalarımızın meydana getirdiği kerpiç konaklarımız, evlerimiz de var. İşte oluşturulan yıkım ekipleri, bu paha biçilemez değerlerimizi ve kültürel varlıklarımızı hiçbir ayrım gözetmeden hoyratça yıktılar, yıkıyorlar, yıkmaya devam ediyorlar hâlâ…


GAZETENİZ TURAN VE VEHBİ COŞKUN İMZALI HABER: ‘’TOKİ ŞEHRİ ELAZIĞ’’ 

21 Eylül 2021 Tarihi’nde TURAN Gazetesi’nin yayınladığı Vehbi COŞKUN imzalı “TOKİ Şehri Elazığ” başlıklı haber ilgimi çekti ve tekrar bu haberi okumaya başladım. Gerçekten de tarihsel öneme sahip ilimizde, eski yerleşim yerleri olan ve eski adlarıyla Sürsürü, Kesrik, Hırhırik, Yığınki, Mornik gibi mahallelerdeki çeşmeler, konaklar, eski evler, camiler, kiliselerin hiçbiri hakkında çalışma yapılmadı, tek bir rapor bile düzenlenmedi; yapısal sıkıntılı yapıların tamamı kepçelerle, dozerlerle yıkılıp geçildi. Bu bölgelerde tek bir arkeolojik araştırma yapılmadı. 


Gazetemizin manşetindeki gibi, bir an önce yurttaşları güvenli evlere yerleştirme kaygısı, estetiği, tarihi, kent mimarisini arka plana itti, bu konular hiç dikkate alınmadan TOKİ eliyle kentin neredeyse tamamı, kuzeyi, güneyi, doğusu, batısı tek tip yapılarla donatıldı.
İnsanımızın güvenli yapılara yerleştirilmesinin, kentin sorunlu yapılarının yıkılmasının önemini Maraş depreminden en az hasarla çıkan illerden biri olarak yaşadık, bunu kabul ve takdir etmeliyiz ancak kentin hafızasını, kültürünü, geçmişini, bağını, değerlerini, mimarisini, dokusunu korumak da hepimizin en başta da TOKİ’nin görevi olmalıydı. Hatta durum öyle bir hale geldi ki, ilimizde neredeyse tüm eski okullar, konaklar teker teker yıkılırken az daha öğretmenevi de bu acımasızlığa kurban oluyordu.  


ENKAZLAR ARASINDA YİTEN KÜLTÜR… 
Elazığ sıradan bir kent değildir. Elazığ kültürü, müziği, mimarisi, geçmişi, değerleri, dokusu ile Anadolu’nun en önemli kavşak noktalarından biridir. Bu kentin ve insanının bir ruhu vardır. Buradan çıkan kültürün büyüklüğüne, kültür ve sanat insanının sayısına başka hiçbir kentin yanına yaklaşması olası değildir. 10 Haziran’daki manşetin altında yazdığı gibi, “Bu topraklarda yaşanmış tüm kültürler ve onlardan kalan yapılar bizim kültürümüzün parçasıdır.” Ne yazık ki, Nailbey’de, Sürsürü’de, Yığıki’de, Kesrik’te, Mornik’te, eski tarihsel yapılardaki kapılar, pencereler, kapı tokmakları, kesme taşlar, şıra taşları, sokular, loğlar, kapı eşik taşları, el yapımı pencere demirleri, mezar taşları yıkıntıların arasında yitti gitti…

ELAZIĞ DA ARTIK O RUHSUZ KENTLERDEN… 
Geçtiğimiz günlerde gezdiğim Muş, Bitlis, Bingöl gibi kentlerdeki TOKİ yapılarıyla Elazığ’da inşa edilen yapıların neredeyse aynı olması kent dokularına uygun düşmemiştir. Kent içinde de tüm yapıların aynı nitelikli olması kentin tüm mahallelerinin, güney çevreyolu çevresi, imara açılan Meryem Dağı, kuzey çevre yolu tek tip binalarla dolması bana neredeyse Yugoslavya’nın sosyal konutlarını anımsattı. Oysa her kentin, her yerleşim yerinin, her mahallenin, her köyün, hatta her sokağın kendine özgü bir ruhu, kendine özgü niteliği vardır… 
İnsanları bir an önce güvenli konutlara kavuşturma ve biraz da rant kaygısıyla Anadolu kentlerinin binlerce yıllık geçmişi ve kent mimarisinin yok edilmesi kabul edilebilir bir durum değildir. Ne yazık ki TOKİ bünyesinde tarihsel dokuları, kentlerin mimarisini, geçmişini araştıracak, koruyacak bir birime, müdürlüğe sahip değil. Bu yüzden ruhsuz kentler yaratmayı sürdürüyor...
Artık o eski sokak, mahalle, anıt ağaçlar, tarihi çeşme, cami ve okullarımızın yerine TOKİ’nin sayı ve rakamlarla oluşturduğu aynı biçimde site yapıları, çok katlı konutları sokaklar var. Geçmişin, hafızamızın bu denli kolay yok edilmesi ve insanımızın da bunu bu denli rahat kabullenmesinin açıklaması yok. Bizden sonraki kuşakların, çocuklarımızın ruhsuz ve köksüz bir kent ruhunu taşıyacaklarını, kişiliklerinde ne tür izler yaratacaklarını düşündüğümüzde kaygı duymamak olası değil. Kentler ve coğrafya, insanın kimlik oluşumunu ve bilincini direk etkileyecek bir etkendir. Bu mimari yapılanmanın, geçmişi tamamen silerek yaratılması bir boşluk bir yozlaşma doğuracak kuşkusuz.
 

TOKİ GENELLİKLE MELEZ BİR MİMARİNİN PEŞİNDE!... 
Neden bizim yapılaşma planlarımızda, tarihin ve geçmişin dikkate alınmadığını, yeni kentleri planlamada öncelikli etkenlerin neler olduğunu, nelerin dikkate alındığını anlayamıyoruz. Evet, bazı devlet yapılarının, örneğin valilik binasının, defterdarlığın yapımında bir Selçuklu esintisi alıyoruz ama neye göre, hangi ölçütlerde olduğunu bilemiyoruz. Bizim görebildiğimiz en büyük ölçütün “depreme dayanıklılık” olduğu.

TARİHSEL SÜREÇTE TOPLU KONUT 
Bir zamanlar kooperatifçiliğin hız kazandığı, Emlakbank eliyle birtakım desteklerin verildiği ve devletin de yapı ürettiğini görürdük. Ancak büyük kentlerde günden güne artan gecekonduların, çıkan imar aflarının etkisiyle kentlerin dokusu ve mimarisi bozulmaya başladı. Zamanla sosyal konut üretimini durma noktasına gelse de 2003 yılında yayımlanan 4966 sayılı kanunla yapılan değişiklikler ile, toplu konut idaresinin 2985 sayılı yasayla tanımlanan görevleri arasına yeni görevler eklenmiş, şirketleşmenin önü açılmıştır.  Yasada; konut sektörüyle ilgili şirketler kurmak veya kurulmuş şirketlere iştirak etmek; ferdi ve toplu konut kredisi vermek, köy mimarisinin geliştirilmesine, gecekondu alanlarının dönüşümüne, tarihi doku ve yöresel mimarinin korunup yenilenmesine yönelik projeleri kredilendirmek ve gerektiğinde tüm bu kredilerde faiz sübvansiyonu yapmak; yurt içi ve yurt dışında doğrudan veya iştirakleri aracılığıyla proje geliştirmek; konut, altyapı ve sosyal donatı uygulamaları yapmak veya yaptırmak; idareye kaynak sağlanmasını teminen kar amaçlı projelerle uygulamalar yapmak veya yaptırmak; doğal afet meydana gelen bölgelerde gerek görüldüğü taktirde konut ve sosyal donatıları, altyapıları ile birlikte inşa etmek, teşvik etmek ve desteklemek gibi maddeler vardı. 

SİYASAL GÜÇLE DÖNÜŞEN TOKİ 
Planlı kentleşme ve konut üretimi programı ile yapılan yasa değişikliği sonucu TOKİ 2003-2010 yılları arasında beş yüz binden fazla konut üretti. Yaşadığımız depremlerle birlikte konut üretimi milyonlara ulaşmış durumda. Bu konutlar genellikle sosyal donatı için ayrılan kent içi kamu arazilerinde imar tadilatı yapılarak inşa edilmekte, orta sınıf için gelenekselleşen 2+1 ve 3+1 tip projeler ile yayılmakta, çeşitli tip donatı unsurları (okul, kreş, cami, alışveriş birimi vs.) ile de desteklenerek yerleşke tamamlanmaktaydı. Ancak üretilen konutların, “dünya mimarlık ve kent tarihinin en zengin birikimlerini taşıyan bir ülkede; çağdaş yapılanmanın da bu geçmişi aratmayacak düzeyde nitelikli ve kimlikli olmasını sağlayacak ulusal mimarlık politikasının, tüm kurumlarca gözetilerek yaşama geçirilmesi” hedefinin oldukça gerisinde kaldığı da yadsınamaz bir gerçekliktir. 
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 57. maddesi olan "devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler..." ifadesindeki şehir özellikleri ve çevre şartları gözetilmesi hususlarına tarım arazileri, su havzaları ve orman alanlarında yapılaşmanın önü açılması ile uyulmadığı ortada. Genellikle kent çeperlerindeki hazine arazilerinde yapılan TOKİ konutları bölgesel uyum, coğrafi koşullar, iklim gözetilmeden üretilmekte, sonucunda kentleri aynılaştırmakta ve kimliksizleştirmektedir. 2008 yılında düzenlenen “Anadolu’da konut ve TOKİ mimarlığı” etkinliğinin sonuç bildirgesindeki önerilerin dikkate alınması artık zorunluluktur.


TOKİ NE YAPMALI?  
Öncelikle, TOKİ, Anayasamızın 57. maddesindeki “şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama”yı temel alarak “çevreye ve insan haklarına saygılı bir mimarlık kültürünü” gözetmek zorundadır. TOKİ deprem güvenli konutlar denli kent dokusunu ve kent mimarisini de dikkate alarak canı koruduğu kadar ruhu da korumalıdır. Bunun için bünyesinde kurullar, müdürlükler oluşturmalıdır. 
TOKİ’ye devredilen imar yetkileri, kent ve çevre ile uyumsuz; şehircilik ilkelerini gözetmeyen yapılaşma kararlarıyla kullanılmaktadır. Belediyeler, kent konseyleri, dernekler, vakıflar, yerel toplumun imar haklarına, toplumsal çıkarlara sahip çıkmalıdırlar.
Hazine arazilerinin rant projeleri için TOKİ’ye devredilmesi, emlak pazarına arsa yaratılması sonucunu doğurmaktadır. Oysa bu alanlar geleceğe daha yaşanılır çevreler bırakılmasının güvenceleridir. Bu işlemlerin denetlenmesi öncelikli bir hale kavuşturulmalıdır. 
Anadolu birikimlerinden esinlenilen yeni yerleşme dokuları için üniversiteler, mimar odaları, kent tarihçileri, kentin eski aileleri, sivil toplum örgütleri, tüm mesleksel kurumlarla iş birliği içinde çalışmalar başlatılmalıdır.  Doğal, ekolojik ve kültürel değerleri açısından yasalarla korunmaları öngörülen bölgelerdeki tahrip edici TOKİ projeleri önlenmelidir. 
Kimi TOKİ projelerindeki “Osmanlı-Selçuklu mimari tarzı” vb. yaklaşımlar melez, gerçeklikten ve özden uzak, köksüz taklitlerdir. Gelenekselin çağdaş yorumlarını içeren projeler için geniş olanaklar ve alanlar oluşturulmalı, mimarlık yarışmaları, toplantılar düzenlenmelidir.
TOKİ konut sektöründe “devlet olanaklarını dilediği gibi kullanan ayrıcalıklı denetimden muaf bir kurum değil tersine, kamusal önderliklerle katkıda bulunan bir çağdaş kurum olarak yer almalıdır. 

İŞTE SONUÇ… 
Görüldüğü üzere, genel anlamda ve ilimizde TOKİ projelerinin eleştiri aldığı noktalar düşük gelirli kesimlerin toplumsal-kültürel yapısına uygun olmaması, kullanıcı kitlesinin tasarım sürecinde yer alamaması, tek tip ve benzer yapıda konutların sunulması, proje bölgelerinde sadece fiziksel iyileşme sağlanması ve kent dokusuna uymayan bina tipolojileri ve cephe uygulamaları yapılması biçimindedir. 
Özellikle ilimizde yapılacak tüm yapıların, kent insanının kimliğine uygun olması, kentin ruhunu koruması, Harput’ta, Hüseynik’te, Mornik’te, Yığınki’de ayakta kalmış, zamana direnen ve sağlam tarihsel binaların örnek alınarak yükselmesi en büyük dileğimizdir. 
Öte yandan, tüm bilinçsiz bir tarih anlayışımıza karşın hala elimizde korunmaya değer, çeşme, konak, ev, köşk, kilise, cami ve tarihsel kalıntılar bulunmaktadır. Yukarıda da söz ettiğimiz gibi, bir kapı tokmağı, bir işlemeli kapı, işlemeli pencere, bir pencere demiri bile bizim için önemli olup bunların kayıtları alınmalı, müzelerde koruma altına alınmalı ve geçmişle bağımız, hafızamız, değerlerimiz el üstünde tutulmalıdır.