Zengin, kökeni Farsçaya dayanan bir kelimedir ve Türkçeye bu şekilde geçmiştir. Ardından Arapça, Bulgarca ve Sırpça gibi dillerde de kullanılmaya başlanmıştır. Mal, para ve birçok fazlalığa sahip kişiler için kullanılan bu kelime, hayatın hemen her alanında karşımıza çıkar. Şiirlerimizde dahi ‘zengin’ kelimesi, kafiye olarak yer bulur. Günümüzde ise ‘zengin’ yerine daha çok ‘varsıl’ kelimesi tercih edilmektedir. Ancak, Türkçenin en eski kelimelerinden biri olan ‘bay’ da zenginlik anlamında kullanılmıştır. Eski şiirlerde ve kaynaklarda ‘bay’ kelimesi sıkça yer alır. Bugün ise ‘bay’ kelimesi hızla kaybolmuşken, yerine geçen ‘varsıl’ kelimesi yaygın olmasına rağmen pek popüler değildir. Bu durumu, ‘Varsıl kafiye mi?’ ya da ‘Varsıl toprak mı?’ gibi sorularla sorgulamak mümkündür. Zengin kelimesi yerine ‘varsıl’ kullanmanın, edebi eserlerdeki anlam bütünlüğüne zarar verip vermediğini tartışmak önemli bir meseledir. Ancak, dilimize dair bu tür görüşler başka bir konu olduğundan, asıl mevzumuzdan sapmamakta fayda var.
Günümüzde, sahip olduklarımızdan daha fazlasına sahip olma isteği giderek daha vahşi bir arzu haline gelmiştir. Bu durum, bazı kişileri yasadışı (ya da ahlak dışı) yollarla servet kazanmaya itmiştir. Toplum içindeki statülerini, zenginlikleriyle kıyaslayan kişiler, genellikle daha yüksek bir konuma ulaşmak için, başkalarının üzerinden yükselmeyi tercih etmişlerdir. Eğer zenginler, servetlerini yasal yollarla elde etmişlerse, bu serveti korumanın yollarını da aramak zorunda kalmışlardır. Yasa dışı yolların çoğalması haklı yoldan varsıl olanların da tereddütlerini, gelecek kaygılarını arttırmıştır.
Tarihin ilk kayıtlarından da anlaşıldığı üzere, zengin olma isteği ve bu yolla ölümsüzleşme arzusu her zaman var olmuştur. Sümer medeniyetinin ünlü kahramanı Gılgameş, zenginliği arttıkça tanrılardan ölümsüzlük dilemiştir. Ancak, ölümsüzlük arayışında, arkadaşı Endiku’nun ölümü onu sarsmış ve arayışını derinleştirmiştir. Sonuçta, Gılgameş istediği neticeyi elde edememiştir.
Zenginlik peşinde koşan bir diğer tarihi karakter ise Frig Kralı Midas’tır. Midas, Tanrıça İda’nın bir Satir’den (keçi ayaklı, boynuzlu, insan başlı yarı tanrı) olma oğludur. Dionisos’la olan hikâyesinde, kaybolan bir Satiri bulup onu Tanrı Dionisos’a götürür. Dionisos, Midas’a ne dilerse vereceğini söylese de, Midas “dokunduğum her şey altın olsun” demiştir. Dileği kabul edilir ve Midas, dokunduğu her şeyi altına dönüştürmeye başlar. Ancak bu durumdan sıkılır ve ne kadar zengin olsa da, istediği mutluluğu bulamaz. Sonunda Dionisos’a başvurarak bu lanetten kurtulmanın yolunu bulur.
Lidya Kralı Krezüs, antik çağın en zengin isimlerinden biridir. Zenginliğiyle mutlu olmayı bekleyen Krezüs, ancak çok zengin olmasına rağmen mutluluğu bulamamıştır. Zenginliği, sonu ölümle biten bir trajediye dönüşür. Krezüs, aynı zamanda ilk metal parayı basan kral olarak da tanınır. Krezüs’ün hikâyesi, birçok farklı kültür tarafından kabul edilmiştir. Yahudiler de Krezüs’ü kendi kültürlerine mal etmişlerdir. Tevrat’ta ve Kur’an’da adı geçen Kârûn, zenginliğiyle tanınan bir başka figürdür. Kârûn, “Bana bu servet, bilgi ve becerimle verilmiştir” diyerek, Hz. Musa’nın mucizelerine inanmaz. Kârûn’un zenginliği, onu helake sürükler ve bir türküye de konu olur.
Hz. Musa, İsrâiloğulları’na, ateşten koruyan bir Allah’a inanmayı öğretmek ister. Ancak, altına tapmayı alışkanlık haline getiren halkı, kendisine ve Tanrı’sına inanmayı reddeder. Samiri, Cebrail’in atından aldığı toprakla bir altın buzağı heykeli yapar ve halkı buzağıya tapmaya ikna eder. Hz. Musa, buzağının her türlü kötülüğü temsil ettiğini görerek onu parçalar ve halkını doğru yola sevk eder.
Zenginlik, sadece bireyler için değil, toplumsal yapılar için de büyük bir sorun olmuştur. Emeviler ve Haşimiler arasındaki iktidar mücadelesi, zenginlik ve üstünlük arayışıyla derinleşmiştir. Mekke’de, zenginler dışındaki insanlar, ihtiyaçlarını karşılamak için zenginlerin merhametine muhtaç hale gelmişlerdir. Borç almak için yüksek faizlerle zenginlerden para alanlar, zamanla borçlarını ödeyemeyerek köleleşmişlerdir. Bu durum, Kâbe’nin saygınlığına gölge düşürmüş, birçok insanın hayatını etkilemiştir.
Zenginlik arttıkça, insanın içindeki övünme ve şan peşinden gitme arzusu da büyümüştür. Zenginler, şairlerin kaleminden dökülen dizeleri kendilerini yücelten birer nişane olarak Kâbe duvarlarına asmış, adeta güçlerinin yankısını her köşeye duyurmuşlardır. Altın tabaklar, billur kadehler ve aşçılarının ellerinden çıkan enfes yemekler, onların egolarını beslerken, derinlerde bir yerde daha fazlasını isteme güdüsünü de körüklemiştir. Zenginlik, yalnızca maddi değerleri değil, bir başka aleme yükselmiş varlıklarını, toplum içinde bir egemenlik kurma arzusunu da ateşlemiştir.
Zenginlik ve gücün, tarihin her dönemi boyunca insanlık üzerindeki etkilerini daha iyi kavrayabilmek için bu olguyu derinlemesine irdelemek gerekir. Zenginlik, yalnızca birikmiş servetle sınırlı kalmaz; o, bir insanın ruhunun en derin köşelerine kadar işleyerek, kişiliğinin yapısını da şekillendirir. Toplumların yapısını dönüştürürken, bazen bir rüzgâr gibi özgürlükleri savurur, bazen de acımasızca onları esir alır. Zenginlik, bazen bir yelkenli gibi denizin en sakin anlarında bile hızla ilerler, bazen de bir kayık gibi fırtınada devrilerek, sürüklendiği okyanusla mücadele eder. Nihayetinde, bu, insanın manevi mücadelesini gözler önüne seren bir hikâyedir. Servet, sadece maddi birikimin ötesinde, ruhi bir kudretin, karanlıkla aydınlık arasında kurduğu yıkılmaz bir dengeyi simgeler. Ruhi dengesini muhafaza ederek zengin olanların insanlığa yapacakları katkıyı tartışmak bile yersizdir.
İnsanlık tarihinde krallıklarında güçlerinin zirvesinde olanların daha fazla zenginlik istediklerini hatta ölümsüzlük istediklerini ve ebedi olarak bu alemde hüküm sürmeyi dilemişlerdir. Çevrelerinin telkinleri ile ne kadar falcı, kâhin varsa onların her dediğini yaptıkları halde emellerine ulaşamayarak hem kendilerini hem de halklarını perişan etmişlerdir. Mazi, bu hevesleri için insan vicdanında onulmaz yaralar açanlarla doludur