YALAN VE YALANCI

Sözlükte yalan; doğru olmayan, gerçeğe uymayan söz olarak açıklanır. Keza kaşkariko, foya, kıtır, hilaf, şorolop, üfürük gibi ifadeler de yalanla eş anlamlı görülür.

Kültürümüzde, “Mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan”; Yalancının mumu yatsıya kadar yanar”; “Yalancının evi yanmış, kimse inanmamış”;  “Dünya tükenir, yalan tükenmez”; “Bir yalanı kırk doğruya saklarlar” gibi atasözleri yanında: “Yalana kulak asmamak”, “Yalana şerbetli olmak”, “Yalan atmak veya Kıvırmak”, “Yalancı çıkmak”, “Yalanı çıkmak”, “Yalanını yakalamak-yakalanmak”, ve “Yalan yere yemin etmek” gibi deyimlerin yanında; yalan dolan, yalan dünya,  yalan haber, yalan makinesi, yalan yanlış, beyaz yalan, katmerli yalan, kuyruklu yalan gibi birleşik kelimeler vardır.

Aslında insan hayatının her safhasında yalan olmakla birlikte, toplum nezdinde son derece ayıp sayılan, kötü bir davranış ve hatta ahlâksızlık olarak nitelendirilir.

Bütün toplumlarda hoş karşılanmayan yalan konusu hayatın gerçeği ve bir parçası. Öyle ki içinde yaşadığımız dünyaya gelip geçici anlamında ‘yalan dünya’ demişiz. Görünen karşısında görünmeyene yalan demişiz. Asıl ve gerçek karşısındakine sahte diyerek yine yalanla eşleştirmişiz.

Tasavvurȋ, bugünkü tabirle sanal olanı da yalan olarak nitelemişiz.

Gerçek şu ki her insan hayatında yalanla karşılaşır ve hatta söyler. Yalan konusu öyle kabullenilmiştir ki kimseye zararı dokunmayan yalanlara “beyaz yalan” diyerek yalanı taçlandırmışız.

Bütün insanlığın, bütün toplumların önünde duran soyut bir mevhum olmakla birlikte bir realitedir yalan. Hatta, gerçeğin yeknesaklığı karşısında yalanın hareketlilik, kıvraklık getirdiği ve hayatı zenginleştirdiği söylenir.

Araştırıcılar yalanı genel olarak faydacı ve çıkarcı olarak ikiye ayırmış; ikincisi tehlikeli ve kabul edilemez görülmüştür.

Yalanla ilgili çok sayıda araştırma var. Bu araştırmalarda sanatın ve bir sanat alanı olan edebiyatın da yalan olup olmadığı tartışılmış.

Özellikle de hikâye, roman, şiir ve tiyatro gibi söz sanatlarının yalanla ilişkisinden söz eden çalışmalar var.

Söz sanatlarında yeni bir şey yaratma-üretme söz konusu olduğundan gerçek hayattan ve gerçeklerden uzak olduğundan bahisle bunların da esasen yalan olduğu konusunda fikirler var. Bu fikirlerin dayanağı, yalanın ille de gerçeğin zıddı olmasının gerekmediği; gerçekleşmemiş ve birileri tarafından tasavvur edilip yazıya geçirilerek canlandırılmış olan şeylerin, anlatıların da yalan olabileceği düşüncesidir.

Bu sebeple sanat eserlerinin tabiatında yalan olduğunu söylemek yanlış olmasa gerektir.

Konu yalan olunca tabiatıyla malzeme çoktur. Yalancı tipleri üzerinde tasnif dahi yapılmıştır. Mesela bir yalancı tipi vardır ki; söylediği yalan daha çok kendisini yüceltmek içindir ve kimseye zararı yoktur. Bu tipe ‘zararsız yalancı’ denebilir.

Herhangi bir sebeple veya hiçbir sebep olmadan yalan söyleyen tipe ‘patolojik yalancı’; insanlarla eğlenmek veya birinin damarına basmak için yalan söyleyenlere ‘kasıtlı yalancı’; istediğini elde etmek, istediği hedefe ulaşmak için yalan söyleyenlere ‘manipülatif yalancı’; sevdiklerini veya çalıştığı kurumu korumak maksatlı yalan söyleyenlere ‘koruyucu yalancı’ denildiği belirtiliyor.

Bizim toplumumuzda siyasetçiler ve avcıların adı çıkmıştır ama hakikatte her statüde insan yalan söyleyebiliyor.

Çeşitli bölgelerde olağanüstü yalanlarıyla tanınan, bu yönüyle meşhur olmuş insanlardan söz edilir. Öyle ki bu tip yalancılar arasında yalan yarışması dahi yapılırmış.

“Ağ”da bir yalan yarışması hikâyesine rastladım. Hikâye bu ya, padişah bir yalan yarışması düzenlemiş. Gerçekleşmesi mümkün olmayan bir yalan söyleyene bir kese altın vereceğini söylemiş.

Çok sayıda insan huzura çıkmış ve yalan söylemiş ama padişah hiçbirini beğenmemiş. En son birinin yalanını beğenen padişah ona ödülünü vermiş. Yarışmayı kazananın yalanı şöyleymiş:

“Padişahım sizin rahmetli pek muhterem babanızın benim rahmetli babama bir kese altın borcu vardı.”

Esen kalınız…