UTANSAK YETER…

Tahtında gururla oturuyordu yüce kral…

Kralın en güvendiği adam başı önünde minik adımlarla krala doğru yaklaştı, kısık bir ses tonuyla; “Efendim durum çok kötü” dedi.

Kral oturduğu tahtta, dizlerinin üstüne gövdesini eğip, güvendiği adama, -duyamadım ne dediğini Antony, tekrar et.

Antony, biraz önce söylediğini sesini yükselterek ve cümlesine eklemeler yaparak tekrar etti; “Efendim, durum çok kötü. Halk isyan etmek üzere. İnsanlar aç olduğunu söylüyor. Su kirlenmiş içemiyor, susuzluktan da şikayetçiler…”

Kral aniden ayağa kalktı…Geniş mermer tabanlı salonun sonuna doğru yürümeye başladı, mermer sütunlu büyük pencerenin önünde durdu, sol elini pencere pervazına dayayıp, sağ elini arkaya doğru dayayıp Antony’ye gel işareti yaptı. Antony, koşar adımlarla Kral’ın yanına gitti.

Kral işaret parmağıyla pencerenin dışında görünen şehri gösterip;” Bak bakalım, şu uçsuz bucaksız ovalara, tarlalara, bağlara-bahçelere…Ben bunları halkıma sundum. Onlar bu nimetlere rağmen neden bana teşekkür etmek yerine isyan etsin ki…Neden şikâyet etsin ki. Yetmiyor mu nimetler? Suyu da kaynatıp içsinler ne olur.” Dedi.

Efendim elbette ki çok haklısınız. Ama bir şeyi unutmuyor musunuz? Dedi Antony.

Genç Kral, bu söze öfkelenir gibi oldu… Sözünün üstüne söz söylemek de ne demek. Hele Kral neyi unutabilir ki… ‘’Ne demek istiyorsun, açık konuş” derken, sesi sarayın mermer duvarlı odasında yankılandı Açık konuş… Açık konuş… Açık konuş…

Bir an duraksadı Antony, korkar gibi oldu ama artık söyleyeceklerini içinde tutmayacaktı. Kral’ın tam karşısına geçti hafifçe başını sağa çevirip bahsedilen uçsuz bucaksız ovalara, bağlara, bahçelere bakarken, “ Bu ovalardan, bu bahçeler nimet olarak çıkan meyve ve sebzelerden…Şu meralarda otlayan kuzular, inekler ve domuzlardan halkınız faydalanamıyor ki…Hepsini size getiriyorlar, getirmek zorundalar…Yüz kuzudan, yüz inekten, yüz domuzdan bir kuzu, bir inek, bir domuz halkın…Gerisi Karalığınızın ya… Şu dönümlerce tarla, ova, bağ bahçeden ürünlerin onda biri halkın kalanı sizin ya…Halka yetmiyor…Gittim gördüm efendim…Çocuklar aç kalkıyor sofradan…Kimsenin yüzü gülmüyor…Siz burada rahattasınız…Sizin yanınız da dostunuz, kulunuz Antony de rahatta… Eşleriniz, çocuklarınız, sevgilileriniz, akrabalarınız da rahatta…Sandıklarımız altın dolu, yedikçe yiyor…yiyip kusup tekrar tekrar yiyoruz. En temiz suyu biz kullanıyor, kirli suyu şehre gönderiyoruz. Su kirlendikçe kirleniyor. Biz temiz suları içiyoruz. Onlar bizim kirlettiğimiz suları içmek zorunda kalıyor… En güzel şarapları sabah akşam biz içiyoruz. Halkınız üzüm suyunu bile bulamıyor…Biz israf ediyoruz onlar aç kalıyor. Biz tüketiyoruz onlar tükeniyor efendim. En kötüsü de onlara hep yalan atıyoruz, size nimetler verdik diyerek onları kandırıyoruz… “

Birden elini havaya kaldırdı genç Kral, -Antony, sus…Tamam yeter…

Odasına doğru dönüp, sırtını pencereye dayadı…Zümrüt ve kıymetli taşlardan süslenmiş, tonlarca ağırlıktaki altın tahtına uzun uzun baktı…

Bu zulüm müdür Antony, dedi…

Zulümdür, Yüce Kralım…

“Öyleyse biz de zalim mi oluyoruz” dedi Kral…Antony, “Zulüm olan yerde zalim vardır” dedi…

Anlamıştı Kral…Kendisinden önce Krallık yapan amcası David’in sözleri aklına geldi, Ne demişti Kral David, “Taht kibir verir insana…Otururken fark etmezsin”

Fark etmemişti…Ne kibrinin farkındaydı ne de halkının düştüğü durumun farkında değildi…Dostu, en güvendiği Antony’e sordu: -Ne yapalım peki? Nasıl yapalım? Çözüm ne?

Antony’nin söyleyecekleri dilinin ucundaydı ama insandı yine de korkusu vardı. Koca Kral’a yaptığı açıklamalar ve zalim sıfatını dolaylı olarak da vermesi onu zaten giyotine doğru sürüklüyordu ama…Kral’ın o kadar ağır eleştiriye rağmen, “nöbetçiler alın bu haini, atın zindana” demek dururken, çözüm ne diye sorması… Demek Kral’ın için de bir David var..Diye düşündü, sonra “ama bu sözüm onun kibrini, gururunu tekrar ortaya çıkarırsa…Aman, artık söz yola koyuldu. Doğru dillendiyse korkuya gerek yok” diye geçirdi içinden.

Omuzlarını dikleştirdi Antony, Kral’ın biraz ötesinde ama onun duyacağı ses tonuyla söyledi çözümü:” Utanmak gerek efendim. Utanırsanız, her şey yoluna girer…”

Sonra ne mi olmuş. Kral utancıyla yaşamak yerine utanmış utancından ders çıkarmış. Halkıyla kucaklaşmış. Onda birini kendisi alıp dokuzunu halka vermiş. Temiz suyu halkla paylaşmış…Şarabı halkıyla içmiş.  Bir bakmış ki, hazinesinde altın azalmamış ama halkı da çil çil altın sahibi olmuş… Halkı mutlu, huzurlu oldukça kendisi daha zengin, daha mutlu olmuş…

Yüzyıllar önce yaşanmış olması muhtemel bir hikaye veya bir masal bu…

Masalı bitirdik, yazının sonuna dünyaca ünlü oyun yazarı ve film yönetmeni İsveçli Ernst Ingmar Bergman’a bir gazetecinin sorusu üzerine verdiği cevabı ekleyelim. Gazeteci sormuş Bergman’a; “Gidişat kötü, dünya nasıl kurtulacak?”

Bergman cevabı hiç beklemeden vermiş: “Utanç” diye yanıtlamış, Ardından “utanç” kelimesinin içini açmış ve “Dünyayı bir tek utanç kurtarabilir. Çünkü utanan kibre düşmez. Çünkü utanmak, kibir denilen en büyük günahın panzehirdir. Yalanın, iftiranın, pişkinliğin, arsızlığın önündeki en büyük engel utanmaktır…”