TÜRKİYE 100. YILINA GİRERKEN

   İnsanlık tarihinin tanıdığı en eski milletlerin başında gelen “Türk milleti”, yaygın ve bilinen klasik bilgilere göre, tarihte (16) Türk devletinin kurucusu olmuştur.

   Çok fazla sayıda devlet kurup, bunları yaşatmakta ve korumakta yeterli iradeyi ortaya koyamamak, Türk milletinin bir zaafı olarak görünse de, son Türk devletini “Kurtlar Sofrası”ından kurtarıp, tarih sahnesine yeniden çıkartmaktaki azmi, dünyada şaşkınlık ve hayranlıkla izlenmiştir.

   100. yılını gururla yaşamak istediğimiz Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili hassasiyetimiz, içinden gelmekte olduğumuz bu herc ü mercin, bizde her dem dipdiri duran bir sahiplenme duygusunun doğal bir sonucudur.

   Yazdık, yazmaya devam edeceğiz. Tarihî siyasetnamelerde ve nasihatnamelerde en veciz şekilde ifadesini bulan “devleti yönetenlere öğütler”e rağmen, bugünün siyasetçileri maalesef yeterli duyarlılığı göstermemektedirler.

   2023’te yapılacak seçimler, ülkenin gelecek yıllarının belirleyicisi olmak bakımından, elbette büyük öneme haizdir. Siyasî partilerin, bu seçimleri kazanmak için bütün güçlerini seferber etmeleri de demokratik yarışın bir gereğidir.

   Ancak bu seçimlerin, siyasîler tarafından ülkenin birlik ve beraberliğinin göz ardı edilerek, kişisel ikballerinin bir kavgası haline dönüştürülmesi, büyük bir tehlike olarak önümüzde durmaktadır.

   Seçimlere doğru gidilen Türkiye’de sükûnete ve sağduyulu bir yarış ortamına ihtiyaç vardır.

   Hırsın gözleri kör ettiği, ülke insanının yarısını düşman ve hain ilan eden bir siyasî söylemin vatanseverlik kavramıyla izahı mümkün olabilir mi?

   Kardeşliğimizi, millî birlik ve beraberliğimizi parti çıkarlarına feda eden siyaset anlayışını tarih affetmeyecektir.

   Cumhuriyetimiz 100. Yılına girerken, ülkeyi yönetme iddiasında olanların, hâlâ beklenen siyasî olgunluk seviyesine ulaşmamakta direnmeleri en büyük çıkmazımızdır.

   Aklı başında her devlet adamının birinci görevi, kullanacağı birleştirici ve ikna edici dil ile milletinin gönlünde taht kurmayı başarmış olmasıdır.

   Merhum Alpaslan Türkeş’in, Türkiye’nin buhranlı günlerinde, en çok ihtiyaç duyulan “gönüllerde birleşme”yi sağlamak amacıyla, milliyetçi-ülkücü camiaya ve Türkiye’ye “Gönül Seferberliği” ile çağrıda bulunması ne kadar anlamlı idi.

   Ne yazık ki, bu “Gönül Seferberliğine” çağrısının o gün karşılık bulamamasının bedellerini ülke olarak hep birlikte ödemek zorunda kalmıştık.

   Yazılarımda sıkça kullandığım “iç cepheyi sağlam tutmak” temel prensibi, üzerinde yaşadığımız coğrafyanın ve tarihî zor mirasın hepimize en çok da siyaset yapanlarımıza yüklediği bir sorumluluktur.

   “İç cephe”nin sarsılmasına hangi siyasî görüşte olursa olsun, her kim sözleri ve politikalarıyla zerre kadar zarar veriyorsa, nazarımızda ülkeye büyük düşmanlık yapıyor demektir.

    Cumhuriyetimiz yüzüncü yıla girerken; insanımızın gönül ve hedef birliği içerisinde, eğitimde ve bilimde ilerlemeyi ve kaliteyi yakalayarak, tarımda, ekonomide, yüksek teknolojide ve savunma sanayiinde kendine yeten Türkiye hedefini gerçekleştirmesi en büyük arzumuzdur.

   Siyasetçilerimizin dillerine pelesenk ettikleri, çoğu zaman da insanî ilişkilerde sıkça kullandıkları Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e vasiyetindeki “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın” öğüdünün yeni bir yüzyıla girişimizde, süslü bir söz olmaktan çıkarılarak, hayat tarzımızın bir parçası haline gelmesi en büyük dileğimizdir.