Gurbette olup gurbet yorgunluğu yaşamayan var mıdır? Bu sorunun cevabını merak edenler için söyleyelim. Doğduğu topraklardan bir mecburiyet karşısında koparak ayrılanın, topraklarını unutması insani değildir. İrfanımızın temelini teşkil eden musikimizin neredeyse bütün terennümleri ayrılık, gurbet üzerine değil midir? Şehirleşmenin getirdiği yoğun göçler, gurbet kavramını da aşındırmışa benziyor. Bir nesil sonrası için gurbetin bir mana ifade etmeyeceği anlaşılmaktadır. Yeni nesillere büyüklerinden duydukları masal, hikâye gibi halk anlatımlarında işlenen memleket hasreti bir mana ifade ediyor mu? Bu soruyu da bu durumu yaşayanlara sormak lazım.
Bizim gibi yirmili yaşlarında terki sıla etmiş olanların hasreti gittikçe derinleşirken, gurbette yalnızlığı da artmaktadır. Kayabaşı, Sara Hatun, Kale, Gazi Caddesi, Sinemaları, İstasyon Caddesi, Beş Kardeşler gibi mekânların yerinde yeller estiği gibi elli sene öncesinin Elâzığ’ı tanınmayacak haldedir. Betonlaşma, yeşil alanları, Sürsürü bağlarını, Kesrik lahana tarlalarını da alıp götürdü. Plansız şehirleşmenin götürdükleri sadece yeşil alanlar değildir. Harput’ta ulu çınarın gölgesi belki hâlâ serin, ancak çeşmesinden suyu eksilmiş. Elli sene öncesinde Elâzığ’ı gezmeye gelenler adres sorduklarında tarif etmeden götürmek ne güzel davranıştı. İnsanlar yabancılaştı. Yaşama biçimleri farklılaştı. Komşuluk, mahalle, sokak kültürleri ile şehir adeta bir bütündü. Bunların da aşındığını ve büyük ölçüde ortadan kaybolduğunu görüyoruz. Köyler, kasabalar, ilçeler dahi eski görüntüsünden çok uzaktalar. Otuz sene önce otuz bin nüfusa sahip ilçelerimiz vardı. Canlı bir ticari hayata sahip olan ilçelerimizin köylerinde nüfus ya hiç kalmadı ya da çok azaldı. Giden sadece görüntülerdekiler olsaydı belki o kadar acıklı olmazdı. Görüntülerle birlikte binlerce yılın birikimi olan irfani gelenekler de azalmaya başladı. Farkında olmak elbette bir kazançtır. Ancak birbirimize yabancılaşmanın vahametini anlatacak ne kelime var ne de bir işaret. Uzun senelerden sonra sılaya gelenlerin karşılaştıklarını içerde yaşayanlar pek bilemezler. Hayal ettikleri gerçekler arasındaki farkı hemen anlayabilmektedirler.
Gazi Caddesi’nde bulunan Turan Gazetesi’nin gazete binasının cadde tarafındaki vitrinine yapıştırılan gazete sayfasını okumak için, arı kovanının önündeki arılar gibi birikenlerin, manşet ve baş yazıyı okuyarak yorumlar yaptıklarını söylesen, şimdilerde inanan pek olmaz. İstasyon Caddesi’ndeki Uluova Gazetesi için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Turan Gazetesi, kurucusu İhsan Turan’ın ardından Kemâl, İsmet ve Celal Turan kardeşlerin, 1930 yılından beri çıkardıkları ve neredeyse Cumhuriyetimizle özdeşleşmiş mütevazı, ancak haber ve yazıları ile herkesin dikkatle takip ettiği bir gazete olarak bir devrin hafızası olmuştur. Mirasçılarının arşive sahip çıkmaları en büyük dileğimdir. O yılları bir daha getirmenin mümkün olmadığını herkes bilir. Yakın tarihimizin şahidi Turan Gazetesi arşivinin araştırmacıların çalışmalarında rehber olacağı muhakkaktır. Turan Gazetesi basın tarihimizde görevini layıkıyla yerine getirmiştir.
Elâzığ bir üniversite şehri olmuştur. Şehrin mümbit topraklarında irfani geleneklerimizi temsil eden sayısız ünlüsü vardır. Sanat, edebiyat, tarih ve daha başka sahalarda bilim insanı yetiştiren Harput irfanı ile beslenmiştir. Bilim ve sanat sahasındaki öncülüğü idari sahalarda varlığını gösterdiğini söylemek hayli zordur. Ülke coğrafyasında kültür şehirleri sayıldığında Elâzığ’ın ilk üç arasında olduğunu söylemek abartı değildir. Hatta İstanbul’dan sonra kültür faaliyetlerinin en yoğun yaşandığı yer eskiden beri Elâzığ olmuştur. Buna mümasil olarak idari sahada niçin yeterince temsil edilememektedir? Bu noksanlığın neticeleridir ki bugün herkesin şikâyet ettiği sıkıntılar artarak devam etmektedir. Ümit edelim ki kısa bir gelecekte idari temsiliyette hakkettiği başarıyı yakalar.
Uzun yıllardan beri idari, iktisadi ve sosyal taksimat sırasında Elâzığ adil olması gereken çerçevenin dışına atılmış adeta cezalandırılmıştır. Son depremde ve sonrasında yaşananlar bunun bir örneğidir. Haksız ve adil olmayan tasarrufların herkes farkındadır. Dışardan bakmak bazen içerdekilerden daha sağlam bir görüntü elde etmesine vesile olur. Acısını dışarda yaşamak daha zor, sevincini dışarda yaşamak ise buruk olur.
Elâzığ sevdası, sıla hasreti, gurbet, kimi insanlar tarafından yadırganabilir. İnsanlarını sevmek milleti sevmek demektir. Coğrafyasını sevmek vatanı sevmek demektir. Elâzığ dışında yaşayanların bu coğrafyadaki her bir taş ve ağacın dahi aklından çıkmadığı hatıralarla doludur. Kimisi çevresine anlatarak teselli bulmaya çalışır anlatamayan da içine atarak ah çeker durur. Şair kardeşim Türker Eroğlu’nun şiir kitabına adını verdiği “Sılada Hırzanlık Gurbetten Evla” (*) (Harput Türküsü) sevgilisinden ayrı kalanın halini ne kadar güzel anlatmış. Rahmetli Şeref Tan ile Bünyamin Eroğlu arasındaki atışmaların da yer aldığı şiirlerin, gurbette yaşayanların özlem ve hasletlerini anlatarak ebedileşmiştir.
Bilişim çağının çipleri, dijital kavramların gurbet, sıla kavramlarını nereye nasıl oturtacaklarını şimdiden tahmin etmek mümkündür. Biz yaşadıklarımızı yaşadık desek de gönül medeniyetimiz ve inançlarımız bizi sılamızdan kopardığında, tükenmişliğimizin sonuna gelmiş bulunduğumuzu bizlere anlatmaktadır. Bir dönüşüm yaşanacaksa ve bu dönüşüm kurtuluşa vesile olacaksa, gönül dünyasına geri döndürecek dijital işlerin bu sahada da faaliyette bulunması gerekir. Her ne hal ise biz kendi coğrafyamızı ve irfani değerlerimizi muhafaza etmekten mesulüz.
Nerede olursa olsun her Elâzığlı memleketinin temsilcisidir. Gurbetteki bir Elazığlı’nın en büyük iftiharı, nerelisiniz sorusuna verdiği cevap karşısında aldıkları övgü ve sevgi dolu sözler ile mütebessim çehrelerdir. Bunu sağlayan Elâzığ kültürüdür. Yazılara yeni başladık bu yazıyı selam niyetine kabul ediniz lütfen. 14.04.2022 Nevşehir
*Eroğlu, Türker Dr. Sılada Hırzanlık Gurbetten Evla Millî Folklor Yayınları Şiir Kitapları dizisi 1 1995