Geçtiğimiz hafta Harput’ta bir vatandaşımızın mezarlık ziyareti esnasında poşete sarılı bir bebek cesedi gördüğü haberiyle sarsıldık. Belli ki alelacele ve özensiz bir şekilde gömüldüğü aşikar olan bebeğin ölüm sebebi otopsi sonucu ortaya çıkacak.
Yine aynı hafta içinde Elazığ ilinde sayın valimizin başkanlığında, il jandarma komutanı ve il emniyet müdürünün kolluk amiri olarak, belediye başkanları ve diğer kurum ve kuruluş yetkililerinin iştirak ederek geniş katılımın olduğu bir “Huzur, Asayiş ve Güvenlik Bilgilendirme Toplantısı” yapıldı. Toplantıda 2024 yılının ilk yedi aynının muhasebesi yapılırken diğer yıllarla ilgili de mukayesesi yapıldı. Herkesin de kabul edeceği üzere, son bir yıldır Elazığ ilinde önceki yıllara nazaran asayiş olaylarında nispeten bir azalış ve aynı şekilde hem jandarma hem de emniyet olarak kolluğun önleyici ve adli görevleri kapsamında artan bir etkinliğin olduğu gözlerden kaçmamaktadır. Buradan bütün kolluk personelinin ayağına taş değmesin dileklerimi iletmek isterim.
Ancak nasıl ki terörle mücadelede sadece teröristle mücadelenin yeterli olamayacağını acı bir şekilde tecrübe ettiysek, bir şehrin ve içerisinde yaşayan toplumun huzur, asayiş ve güvenliğinin salt kolluk gücü ile çözüleceğini de beklemek benzer acı tecrübeleri yaşayacağımıza delalet edecektir.
Bu konudaki tecrübem ve bilgim dahilinde üzülerek belirtmeliyim ki, Elazığ ili “Kırık Camlar Teorisinin” laboratuvar çalışma sahası haline gelmek üzeredir. Nedir bu teori; “Stanford Üniversitesi profesörlerinden Philip Zimbardo, 1969 yılında bir sosyal deney tasarlar. Bu deneyde, ABD’de bir varoş mahalleye, bir de plazaların olduğu mahalleye, plakası olmayan ve kaputu açık halde, sahipsiz bir araba bırakıp, ne olacağını izlemeye başlar. Varoşa bırakılan araba 10 dakika içinde yağmalanmaya başlar; 24 saat içinde satılabilecek ne varsa, döşemelerine kadar araba parça parça edilir. Geri kalan karkası çocuklar oyun mahaline çevirirler. Plazaya bırakılan araca ise bir hafta boyunca kimse dokunmaz. Sonra Zimbardo, eline bir çekiç alıp arabanın camını kırar. Bu hareketi izleyen birkaç saat içinde etraftan gelen geçen güzel giyinimli, muhtemelen kanunlara uyan, dürüst insanlar arabayı yağmalamaya başlar ve bir gün geçmeden araba baş aşağı çevrilmiş hale gelir. Vandallık, bir kere bir çekiç hamlesiyle önü açıldığında ve müdahale ile karşılaşmadığında, sosyoekonomik statüden bağımsız biçimde atmosfere nüfuz eder. Hızı değişse de sonucu değişmeyen bir itkiyle, sahipsiz bir arabanın akıbeti tahrifat ve hoyratlık olur. Bu deneyden de bize "kırık camlar" etkisi miras kalır.”
Bu deney, şehirlerin ve yerleşim yerlerinin emniyetinin sağlanması hususunda düzenlemelere ilişkin örnek olarak sunulmaktadır. Buna göre kolluk güçlerinin suç ortaya çıktıktan sonra buna müdahale yerine, suçun ortaya çıkmamasını sağlayacak bir düzen ortamının sağlanması gerektiğini vurgulanmaktadır. Bu ortamı kolluğun sadece kendi imkanı ile sağlaması mümkün değildir.
Bozulmuş bir çevre, toplumsal normların zayıfladığı anomik bir atmosfer yaratacaktır. Suç anonim hale geldiğinde, yani bir suç işlenip de fail bulunamıyorsa o suçu işlemek kolaylaşacaktır. DURKHEİM’e göre, toplumsal yapının birbirine bağlı olan organları arasındaki uyumun, işbölümünün ve dayanışmanın olmadığı durumu anomi kavramı ile adlandırır. Anomi, toplumsal denge ve dayanışmanın olmadığı bir durumdur.
Peki bu düzen nasıl sağlanacak?
Tabi ki, kronik hale gelen ve hemen hemen her gün yaşanan silahlı kavga ve yaralanma hadiselerinin yaşandığı ve hatta bu sebeple ölümlerin meydana geldiği, yine su kesintilerinin sebebinin dahi artık umursanmadığı, altyapı çalışmalarının plansız ve düzensiz yürütüldüğü ve gerçekten altyapı sorununu çözüp çözmeyeceğine dair belirsizliklerin olduğu, depremden sonra şehrin nefes alabileceği kapsamlı bir imar revizyon planlaması yerine (bana kalırsa şehir merkezinde en örnek proje Dilek Sitesi ve çevresidir) ranta teslim edilen bir iradenin hüküm sürdüğü bir şehirde bu düzenin kurulması mümkün değildir.
FARABİ’nin İdeal Devlet kitabında erdemli toplumun mükemmellik ve mutluluğa ulaşabileceği belirtilmektedir. Bedenin kısımları nasıl ki ahenk içerisinde çalışıp insanı hayatta tutuyorsa, bir şehrin de insan bedeni ve organları gibi birbiriyle eşgüdümlü şekilde çalışan organlarının olması gerektiği vurgulanmıştır. Yine Nurettin TOPÇU’nun eserlerinde izah ettiği gibi medeniyete milli bir alan açılmasını da göz ardı etmemek gerekir. Kültür, ahlak ve geleneklerin yaşatılıp benimsenmesi hususunda ve aynı zamanda çağın da gereklerine uyumlu bir neslin toplumun erdemli bir şekilde yaşamasına katkısı olacaktır. Bu arada benim nazarımda bir toplum sıraya girebiliyorsa o toplumun medeni olduğunu da ifade etmek isterim.
Ali ŞERİATİ’nin dediği gibi “İnsanlığı çıplak olana hiçbir ahlâk kuralını giydiremezsin.” Doğru olandan yana bir ahlakın kabul gördüğü yalancıların ve gerçekleri örten ahlaksızların hüküm süremediği ve itibar göremediği bir toplumun inşası temennisiyle.