Tatlı hatıraları hep birden yeniden duymak ve o güzel anları hissedip, rahatlayıp derin bir solukla bütün ruhun hazzına etebilmek... Ve fakat kendimizi tatmin etmek maksadıyla ne kadar da olur olmaz işlere kalkışıyoruz.
Bu sarsıntılarla da yeri geliyor zihnimiz meflüç oluveriyor.
Bütün güzel duygular geride kalmasına rağmen bir rüya sanrısı içinde gibiyiz.
Ellerimiz, bedenlerimiz adeta bir huzursuzluğun ritminde titreyip duruyor.
Saadetin de yaşanması gereken bir hakikat olduğunu ne zaman kesbedeceğiz?
Bizler de Muallim Naci gibi, "mumu söndürünce" veya ışıklar sönünce odanın ne hal kesbedeceğini (ne hale geleceğini) mi görmek istiyoruz?
Uslanmıyoruz doğrusu...
Bütün sevdiklerimizin yakınlığında bazen öyle bir hava vardır ki o havayla mesut oluruz.
Şimdi o sevgi bağlarının leziz hatıralarını zihnimizde, ruhumuzda duyuyoruz. O duyguları öyle bırakıp kala kalmamız kederli isyanlarını bir yana bırakıp sevginin tebessümünün dudaklara yerleştiği gönül rahatlığı ruhlarımıza mutluluk getirdiği günleri tekrar yaşamalıydık.
Çok şeyler kaybettik!
Kaybımız bir mevtanın tabutunda sıkışmış bir hale benziyor.
Mutlulu olmak her kişinin elinde olabilmelidir. Olur da nitekim. O halde gelinen küresel güçlerin bütün yıldırım hızıyla bizleri tarumar eden o anlık hazlarından kurtulabilmek olmalıdır. Ve fakat bunu gençlere bilmem ki nasıl anlatmalı? Zira hayatın altüst olmasında onlar ve onları yetiştiren ebebeyinler var.
Gayretimiz; mutluluk şarkılarının haz veren salıncaklarında kaldı. Şimdi o salıncaklara yeniden kurulup sallanmayı bekleyen ellerin tılsımlı dokunuşlarına bağlıdır. Bir de o özlem dolu günlere ne zaman el atılacak?
İnsanlık bu gidişle o düşlenen güzel günlere dönebilecek mi, ne dersiniz?