Torun sevdası olmasa kimse yerimden beni koparamazdı. Anadolu’nun küçük bir şehrinde yaşayıp gidiyorduk. Yürüyerek bir gün içinde bütün bir şehri gezebiliyordum. Aklımdan büyük şehirlerde yaşamak hiç geçmedi. Her zaman büyük şehirlerden korkmuşumdur. İstanbul’un adını duyunca bile bana bir ürperti gelirdi. Kalabalık trafik gürültü her şeyi ile bütün azalarımı titretir. Yaşadığım yer Ankara’ya yakındı. İşimiz gereği Ankara’ya arada bir giderdim. Yaz sıcağında ya da zemheride bile geri dönerdim. Ne olduysa oldu. Aklıma gelmeyen başıma geldi. İstanbul bizi içine çekip aldı. Bırakmıyor. İstesem de gidemiyorum. Yaş ilerleyince sizi ne anlayan ne de dinleyen oluyor. Çocukluğumdan beri kurduğum hayalin hala peşimi bırakmaması bütün bu sıkıntılarımı sırtıma yükleyip duruyor. İçinde kütüphanesi olan küçük bir bahçesi olan ev. Ah bu hayal ile geçti ömrüm desem yeridir. Kader deyip geçiyoruz. Hayallerimden bahsederken İstanbul’u unuttuk. Anlayacağınız istemeden geldiğimiz İstanbul’da yaşayıp gidiyoruz.
Kendime uygun etkinliklere katıldığım oluyor. Bunların arasında dünyada tanıma fırsatı bulduğum dünya tatlısı insanlar var. Onları görüp bir iki kelam edince İstanbul’da olduğuma sevindiğim de oluyor. Tiyatro, konser, opera gibi sanat gösterileri kesenize dokunmuyorsa İstanbul ağacının tadına doyum olmayan tatlı meyveleridir. Bende sık olmasa da bazen gittiğim oluyor. Anadolu’da nerde bulacaksın? Bence İstanbul’un artık en güzel tarafı budur. Tarihi yarımadada arada bir gezerek eskiden kalan miras ile sesli konuşarak hasbıhal etmediğim olmuyor değil. Bunların arasında cami, türbe, çeşme, sur, medrese, saray, kasır, yalı, mezarlıklar da var. Vatanı asli olan toprağın şefkatli bağrında başlarında nazlı nazlı sallanan servilerle ne konuştuklarını lisanı hal bilenler için zor olmasa gerek.
Bütün dünyada cazip hale gelen muhafazakarlık gösterilerini bizde de fazlasıyla görmek mümkündür. Neyi niçin ve nasıl koruduğunu bilmeyenlerin istilasına uğramış olduğumuzu muhafazakâr münevverlerin çoğunun gündeminde olduğu zaman dilimi içindeyiz. Bize de seyretmek düşüyor. Bu gidiş nereye bilemiyoruz. Bu mevzuda fikir icra etmek bizi zorlasa da bazı uygulamaların rahatsızlık verici derecede olduğunu görünce aynı mahalleden olduğunu zan ettiklerimizle birçok konu da aynı olmadığımızı İstanbul’da daha yakından gördük. Yerde gördüğümüz ekmek parçasını elimize alıp alnımıza götürdükten sonra duvar deliklerine tıkayan nesilden geldiğimiz içindir ki yeni uygulama muhafazakâr davranışlara yabancı olduğumu kendim için rahatlıkla söyleyebilirim. Tanıdık olsun ya da olmasın bulunduğunuz yerden bir cenaze geçiyorsa ayağa kalkar koşarak altına girmeye çalışarak omuz verir musallaya konana kadar eşlik eder ve duamızı okurduk. Şimdi de öyle mi? Ne gezer. İstanbul’un camileri her caminin musalla taşı var. Buralardan da cenaze eksik olmaz. Ne var ki camilerin musallasına konanların önünde duranların sayısı rütbesine göre değişir. Muhafazakâr mahalleden cenaze kalkıyorsa icabet eden oluyorsa da pek kulak asan olduğunu söyleyemeyiz.
Mecburiyetten arada ziyaret ettiğim bir sitenin bahçesinden içeri girer girmez karşılaştığım bakımlı ak ve kara sakallı beyler ile son derece pahalı ve lüks kapalı kıyafetler içindeki bayanlar arasında arada çarşaflı hanımların varlığının son model araçlar içinde görünce aklıma çok şey geldi. Kim olduklarına bakmadan her gördüğüme selam verme adetimi hiç eksik etmedim. Bu siteye girerken de etmedim. Selamıma karşılık alamamanın şokunu bir türlü üzerimden atamadım. Çamların altında yaz sıcağında oturan ellerinde 99’luk tespihleri ile gelip geçenleri süzen yaşı geçkin hanımların bakışları sitenin muhafazakâr adetleri arasında mıdır? Apartmanın hemen girişinde siteye ait mescitte sabah ve yatsı namazlarının vakitleri yazıyor. Siteye 200 metre mesafede İstanbul’un en büyük ve yeni camilerinden bir cami olmasına rağmen bu ilanın olması muhafazakârlığımızın geldiği son merhale ortaya çıkıyor.
Tanımadıklarımıza selam vermeyecek miyiz? Bir insan ile selamlaşmak için aynı cepheden mi olmak gerekiyor. Selam vermekten almaktan imtina edenlerden olmak ne kadar vahim bir yoksunluktur. Bunu nasıl becerebildik! Hayattan bir şikâyetimiz var ise bunu insani davranışlarımızda aramamız gerektiğine inananlardanım. Muhafazakârlığımız anlaşılan kendi nefsi arzularımıza göre bir örtü olarak kullandığımızdan hemen her kıymetimizi örseledik. Geldiğimiz yer şimdilik burasıdır. Bundan sonrasının ne olacağını da bilen biliyor.
Değerlerimiz nerede kaldı? Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir diyenlerin arasındaydık. Çöp kutularına atılan yiyeceklerin haddi var hesabı yok. Sahi bu muhafazakârlık neyi muhafaza ediyor! Şimdi aynı mahalleden olmanın utangaçlığı var içimde desem yalan söylememiş olurum. Evvela insan olmak gerekiyor. Bir cepheye ait olmak insana insanlığından çok şey kaybettiriyor.