MİMAR SİNAN’IN MÜHRÜ…

Mührüne ne kazımış Koca Sinan; “—El Fakir, El Hakir, Sinan”

Yeryüzünde kasıla kasıla yürüyenleri görürsünüz. Kendisini nerede ise yere ve göğe sığdıramayanları!

Aman Allah’ım dersiniz, bu kendisini beğenmişler için! 

Tevazu/ Alçakgönüllülük ne evla makamdır hâlbuki. Sizler, aralarında İstanbul’daki Süleymaniye ve Edirne’deki Selimiye’nin de bulunduğu; Anadolu’yu baştanbaşa camilerle, Mescitlerle, Medreselerle, İmaretlerle, Darüşşifalarla, Su Yolu ve Kemerlerle, Köprü ve Kervansaraylarla, Saraylarla donatan, o asırların ustası Mimar Sinan’ın Mührünü okudunuz mu? Mührüne ne kazımış Koca Sinan; “El Fakir, El Hakir, Sinan” 

Ali bin Sehl İsfahanî hazretleri diyor ki: 'Zenginliği aradım, ilimde buldum./ Övülmeyi aradım, fakirlikte buldum./ Afiyeti aradım, zühdde buldum./ Kolay hesabı aradım, susmakta buldum. / Rahatı aradım, cömertlikte buldum.' 

Mekke fethedilmiştir. İslâm tarihinde yeni bir sayfa açılmıştır. Allah’ın Resulü buyuruyorlar; “Küçük cihattan çıktık, şimdi büyük cihada gidiyoruz” Mekke’nin fethi, nefislerimizle yaptığımız mücadele yanında, ‘küçük cihattır! ’ 

Nefis, bizlere öyle bir dünya elbisesi giydirmiştir ki, “mal ile bezenmiş, mülk ile bezenmiş, makam ile bezenmiş, evlat ile bezenmiş şaşaalı bir elbise” 

Ayet ne buyuruyor “Ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü sen ne yeri yarabilir, nede boyca dağlara erişebilirsin” 

Günümüz insanı haddini ve hukukunu ne kadar biliyor. Bir nebze olsun, kendi olabiliyor?

Bir şiirimizde bugünden yarınlara olan yolculuğumuzu şöyle anlatmaya çalışıyoruz; “Bugünden yarına bir uzun yoldur, zaman! / Yarın, Hakk'ın divanı vardır, yaman! / Dünya ki, iki kapılı bir handır; / Esfele Sefilin gibi bir yardır, aman! // O yar ki, azim olur, nefis olur/ Solur solur kan kusan nefes olur/Gayri bin bir müptela heves olur/ Heves deryasında yüzen kuldur, aman! ” 

Bir Hadis var ki, ürkütür beni; “Benim ümmetimin helaki, dünya iledir” Birbirimizle o kadar amansız bir kavgaya; o kadar acımasız ve insafsız bir mücadeleye giriyoruz ki, o mücadele de sebep olduğumuz, ‘fenalıklarımız ve kötülüklerimiz bir kâbus halini alıyor! ’ İslâm Âleminin asrımızdaki fotoğrafı, o kadar hazindir ki, ‘hani nerede, ümmetin Sahabe Meşrebi taşıma arzusundaki safları!

Kur’an, ‘bölünmeyin’ diyor? Devlet Kudretimizin elimizden kayıp gideceğini ihtar ediyor? Zaaflarımızla darmadağın olacağımızı belirtiyor! İşte, şu âlemdeki manzaramız…

Fert/ İnsan bir âlemdir! Şehir, bir âlemdir! Devlet, bir âlemdir! İnsandaki, edep ve iffet şüphesiz ki, şehir hayatına siner. Şehirlerin ihlâs ve iffet yüklü hamiyet boyası devlet hayatına sirayet eder. 
Asrı Saadet deriz, her Müslüman’ın yüzünü çevirdiği Medine, ondan feyiz ve ibret alacağımız o mükemmel boya! O boya ki, Müslüman Türk’e, 6 asır boyunca bir büyük cihan hâkimiyetinin müjdesini veriyordu. Ferdinden Devletin başındaki insanına kadar, ‘Allah Rızası’ vardı.

Şeyh Edebali’nin Osman Gaziye olan nasihatleri ne kadar evla, mana yüklü! Fatih’in Trabzon seferinde, Uzun Hasan’ın annesine söyledikleri, asırları çınlatacak derinlikte ve güçtedir. “Bizim zahmetimizde o rıza dâhilinde olmalı” Tavize, riyaya, husumete bütün kapılarını kapatacak bir ruh haleti! Dün olduğu gibi bugünde ve yarınların dünyasında da, ‘öfkesini zapt eden, nefsine hâkim olan pehlivanlara ihtiyacımız’ var. 

Ayet; “Hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyin ardına da düşme! Çünkü kulak, göz ve kalp bunların hepsi ondan mesuldür” (İsra, 36) 

Şunu gayet iyi biliyoruz ki, ‘insan bilmediği şeylerin cahilidir’ Bilmediğimiz veya tam kanaat getirmediğimiz konularda öylesine mücadeleci kesildiğimiz olmuştur ki, bütün bu olanlarla hayıflanmamız ve kendi nefsimizi kınamamız gerekmez mi? 

Öyle ki bizlere, ‘muhal’ olan bir şeye bilgi diyemeyiz! Şüphe ve tereddüt ile acabalarla ifade edilen bir habere de, itibar etmemeliyiz. Küfürleşmelere kadar, bayağılaşan ‘incir kabuğunu doldurmayan’ o kadar çok tartışmalara şahit oluyoruz ki, el insaf diyoruz! Tarihi, dedikodularla yazamazsınız! Meşru zemininin dışında, bir şey hakkında hükümde veremezsiniz! Öfkenin ve ikbal kavgalarının nelere mal olduğunu ve olacağını çok iyi görebilmeliyiz. Bakınız, tevazudan nerelere geldik! Nerelere doğru bir anda kanatlandık! Ayet “Ve kim burada (bu dünyada kalbi) kör olursa, o takdirde o, ahirette de kördür ve yolca en sapık olandır” Gözümüzü ve gönlümüzü; fert olarak, içerisinde yaşadığımız şehir ve coğrafya olarak, çevremize ve dünyamıza açmalıyız! Horasan Erenlerinin hal ve tavırlarını özlüyorsunuz değil mi?

Orta Asya’dan kopan bir çığdı onlar! Alpliği ve Erenliği kendi nefislerinde birleştirmiş, Gazi Erenlerdi onlar! Onlar, asırlara öyle bir vecd ile yürümüşlerdi ki, “Yarab! Bu derya ilerlememe mani olmasaydı, senin ulu adını yaymak ve düşmanlarının kahretmek için dönmemek üzere daha uzaklara gidecektim” diyen bir ruh yürüyordu, kıtalara, kıtalar ötesine! Bu ruhun tekrar, 21. Asırda dirilişini o kadar çok özledim ki, bilemezsiniz.

MİMAR SİNAN'A

       (Akrostiş Şiir)

Memleket aşkıyla yürüyen gönlü,

İhya ettin, nakış nakış işledin

Mimar Sinan ismiyle, imar mührü,

Âlem-i İslâm'a, şevkle işledin

Ruhundaki bütün hüneri döktün

Selimiye'de, ihlâsı işledin

İlimle marifeti tezyin ettin,

Nesillere zarafeti işledin

Akıl dökermiş harcı, bir gör hele

"Nun" emrinde, hidayeti işledin.