MİLLİ İRADE

   Millî hâkimiyeti (Millî egemenliği) esas alan cumhuriyetimizin kuruluşunun üzerinden 100 yıl, çok partili sisteme geçişimizin üzerinden 73 yıl geçmesine rağmen, daha olgun bir seviyeye gelmesi gereken demokrasimizin, son zamanlarda siyasîlerimizin yaptığı açıklamalarla çok büyük yaralar aldığı açıkça görülmektedir.

   Devletin en üst kademelerinde sorumlu görevlerde bulunmuş insanların, millî iradenin tecelli edeceği bir seçimi kaybetme ihtimalini yabancı işgali ve bu seçimleri, “işgalcilere karşı istiklal mücadelesi” olarak görmeleri, çok tehlikeli sonuçlar doğuracak ve toplumu kamplara bölecek zehirleyici bir dildir.

   Seçimlerin, siyasetçinin ülkeyi daha iyi yönetme iddialarını, plan ve projeleriyle vatandaşa anlatarak, yetki almak için yapıldığı gerçeği unutulmuş görünmektedir.

   En açık ve sade ifadeyle millî iradenin, “Milletin herhangi bir baskıya ve dayatmaya maruz kalmadan isteklerini özgürce beyan etmesi” olarak tanımlanması karşısında, ortaya çıkacak sonuca saygı göstermekten başka söylenecek her söz gereksizdir.

   Demokrasi, ulusların temel hak ve özgürlüklerinden mahrum kalmadan kendini yönetmesi olarak kabul edildiğine göre, bu hakların başında “seçme ve seçilme hakkı” geldiği unutulmamalıdır.

   Millî hâkimiyet anlayışının, ilk defa millî mücadelenin başında “Amasya Tamimi” ile ortaya çıktığı bilinen bir gerçektir.

   “Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” denilerek, millî iradeye dayalı bir hükümetin, milletin kaderine hâkim olacağı belirtilmiştir.(22 Haziran 1919)

   104 yıl öncesinden bugüne ışık tutan millî iradeye dayalı yönetim biçimimizin, bazı aksaklıklara ve demokrasi dışı müdahalelere rağmen, günümüze kadar gelmiş olması bir değerdir. Bu konuların geniş analizlerinin yapıldığı siyasal ve sosyolojik kaynaklarımız yeterince vardır.

   Yapılacak seçimlerin tarihinin 14 Mayıs olarak belirlenmesinin, 14 Mayıs 1950’de DP’nin zaferiyle sonuçlanan “demokrasiye geçiş”i hatırlatması tabii ki anlamlıdır.

   Bu geçişte, Millî Mücadele kahramanı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün ileri görüşlülüğünün payı inkâr edilemez.

   İsmet Paşa, 14 Mayıs 1950’de aldığı ağır yenilgiye rağmen, “Bu benim en büyük zaferimdir.” diyebilme olgunluğunu göstererek, ulaşılmak istenen demokrasiye geçişin verdiği mutluluğu yaşayan bir lider olarak da tarihe geçmiştir.

   Birçok ülkede darbeler ve isyanlarla çok partili sisteme geçildiği halde, Türkiye’de bu geçişin bir kaza ve kopuş olmadan seçimlerle gerçekleştirilmesi tarihî bir başarıdır.

   Türk siyasetinde, siyasetçilerin karşılıklı sataşmaları ve birbirlerini çok renkli ve zaman zaman da sert eleştirdikleri elbette görülmüştür. Ancak hiçbir dönemde, “Millî İrade”nin bugünkü kadar hiçe sayılarak, toplumu düşmanlaştıran bir dil kullanıldığı görülmemiştir.

   Bugün yaşananlar, Cenabı Allah’ın, Kur’anı Kerim’in, Nisa Sûresi 58. Ayetindeki;

 “Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi  işiten ve görendir.” emrine ne kadar uygundur, takdirlerinize…

   Tarihî ve kültürel mirasımızda da; Orhun Âbideleri’nden  Kutad gu Bilig’e, Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e Vasiyeti’nden Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ne kadar bütün nasihatname ve siyasetnamelerde, devlet adamının ülkesini ve halkını adaletle yönetmesi öğütlenmiştir.

   İktidarların varlık sebebi olan millî egemenliğe saygının ortadan kaldırıldığı, millî irade ile iktidarın el değiştirebileceği fikrinin düşmanlaştırıldığı bir ortamın, toplumu ayrıştırarak millî birlik ve beraberliğimize zarar vereceği ve sonuçta “millî bağımsızlığımızı ve millî bekamızı “ da tehlikeye sokacağı hatırdan çıkarılmamalıdır.

   “Benim iktidarımın devamını ve güçlenmesini sağlayacaksa millî irade kutsal, iktidarımı değiştirecekse işgaldir.” hastalıklı mantığı bu topraklarda asla itibar görmemeli, Amasya Tamimi’ndeki iradeye saygıdan sapmalara destek verilmemelidir.

   Her şeye rağmen, bu tahrik edici dilin bir çatışmaya dönüşmesinin önündeki en büyük engelin milletimizin yüksek irfanı ve sağduyusu olduğuna yürekten inanıyorum. Demokratik olgunlukta eksiklerimiz olsa da, milletimizin birlikte yaşama arzusunun her zaman diri ve canlı olduğuna dair inancım hep ümit kaynağım olmuştur.