1960-1975 arasında Üniversitelerde okuyanların karşılaştıkları acıların başında arkadaşlarının tuzaklara düşürülerek şehit edilmeleridir. 1975-80 arasında şiddet artarak devam ettiği gibi belli kesimi hedef alması dikkati çekti. Türk düşmanı mihrakların karşılarında engel olduğunu düşündükleri milliyetçileri bertaraf etmek için her yolu denediler. Şiddet bunun başında gelir. İki gurup arasında çatışma varmış gibi görüntü ortaya çıkarıldı. Son yıllara kadar ‘iki karşıt gurup arasındaki çatışma’ olarak söyleyenler arasında devlet ricalinin de olması hazin bir idrakin sonucu olduğu açıktır. Çatışan her iki gurubun aynı merkezden idare edildiklerini savunanlar da az değildir. Kim idare ederse etsin bu işten en çok zarar görenlerin ülkücüler olduğunu söylemenin bir yanlışlığı da yoktur. Kahır ekseriyet de bu görüştedir. Çatışan gurupların arkasındaki güçlerin bir gurubun destekçisinin Sovyet Rusya olduğu bilinen bir gerçektir. Ancak, ülkücülerin arkasında ABD’ nin olduğunu söylemenin yanlışları oldukça fazladır. Hatta ABD’ nin Türk milliyetçiliği ve milliyetçilerine düşmanlığı aşikârdır. Her iki tarafın içinde kışkırtıcıların ve ajanların olduğunu söylersek yanlış olmayacaktır.
Şimdi de başka yollar denediklerini hep birlikte görüyoruz. Vatanımıza kasteden hainlerin sonunun gelmeyeceğini de idrak etmeliyiz. Vatanı elde tutmanın tek yolu vardır. Vatanı şuurlu olarak sevmek. Dilini tarihini kültürünü yaşayarak yaşamaya çalışarak sevmekten geçer. Bu nesil (1960-80) vatanları için her türlü çileye isteyerek katlanmışlardır.
Bir devrin aydınlanması o devirdeki yaşanan hadiseleri anlamaktan geçer. Bu devirdeki (1960-80) hadiselerin başında Dursun Önkuzu’nun şehit edilmesi hadisesidir. Yukarıda bahsedilen dönemle ilgili yazılan hatıralar, hikâyeler ve romanlar var olmasına rağmen milliyetçileri anlatanların sayı olarak da muhteva olarak da çok azdır. Sol literatür ile mukayese edilmesi halinde bu açıkça görülür. Milliyetçilerin yaşadıklarını anlatan kitapların yüzde ellisi yazılsa hacimli bir kütüphane ortaya çıkacağından şüphem yoktur.
Sol literatürün kabarık kütüphanesinde çatışmalarda ölmüş, idam edilmiş ya da yurt dışına kaçmış neredeyse bütün militanları anlatan roman, hikâye, biyografi ve şiirler yazılmıştır. Hatta filmler de yapılmıştır. Devletin radyo ve televizyonlarında da bu propagandaların yapıldığını biliyoruz. Sol literatürün kalemşorlarının bunları niçin yazdıklarını sorgulamak hakkımız yoktur. Elbette bunların da bir devrin aydınlanmasında katkıları mutlaka vardır. Milliyetçi cenahta yazılanların çok az olmasının sebebinin sorumlular tarafından mutlaka sorgulanması gerektiğine inanıyorum. Milliyetçilerin yazdıklarının baskı sayısına baktığımızda okuyanların azlığı düşündürücüdür. Marifetin iltifata tabi olduğu gerçeği burada da karşımıza çıkmaktadır.
Şimdi milliyetçilerin yaşadıklarını anlatan bir roman ile karşı karşıyayız. Umut ederiz ki bu eserinde baskı sayısının rekor kırmasıdır. Prof. Hikmet Doğan’ ın yazdığı ‘Kuzu’ isimli biyografik bir roman bir devri yarım kalan bir aşk hikâyesinin hüzünlü macerasının kahramanlarını Dursun Önkuzu’nun hayatı ile birlikte anlatılmaktadır. Ülkücü roman, hikâye gibi edebi sanatlarda liyakatli ve kaliteli sanatkârların varlığından şüphe yoktur. Ülkücülerin bir devirde yaşadıkları acıları anlatmak yazdıklarının yeterince takip edilmemesi hevesleri kırdığı da doğrudur. Ancak, bir zamanlar canlarını gençliklerini hayata dair heves ve arzularını bir kenara bırakarak mücadele edenlerin yaptıklarının bedeli ilgisizlik olmamalıydı. Arzu edilen Dursun Önkuzu’ nun hayatını romanlaştıran bu eserin bir baskısının yüzbinlerin üzerinden defalarca basılmasıdır. İlginin çoğalması samimiyetin de ifadesidir. Daha önce yazılan eserler arasında Emine Işınsu’ nun ‘Sancı’ romanı ilk yazılanlardandır. Aclan Sayılgan’ a ait ‘Deprem’ romanı da bunlar arasında sayılabilir. Yağmur Tunalı’ ya ait ‘Kavga Günleri’ yazarın müşahedelerine dayanarak yazdıkları 1968-80 arasında yaşananları anlatmaktadır. Alper Aksoy’ un yazdığı ‘Kurt Nefesi’ ve ‘Ümraniye İçinde Vurdular Bizi’ 1980 yılının başlamasına yakın bir zaman kala bir gurubun üzerine çevrilen namluların hedefindekiler anlatılmaktadır. Hayati Özkaya’ nın ‘Ateşi Yeniden Yakmak’ da bunlar arasında sayılabilir. İlk Ülkü Ocakları Başkanı Dr. İbrahim Doğan tarafından yazılan ‘Akıldan Kaleme’ isimli kitap ta ayrıca dikkate değer bilgiler ihtiva etmektedir. Bir zamanlar ülkücü hareketin merkezinde görev alanlar arasında bulunan Lokman Abbasoğlu’ nun yazdığı ‘Sıradan Piyade’ en son yazılanlar arasındadır. Daha başka yazılanlar da vardır.
Türkiye bir zamanlar çok zor zamanları yaşadı. Şimdi yaşadığı gibi. Bazı zamanlarda yaşananlar sonradan zorlama yorumlarla yazılanların insanları daha fazla kutuplaştırması sağlıklı bir sonucun alınmasına fazla imkân vermemektedir. En azından taraflı davranmak ya da birilerini temize çıkarmak amacıyla yazıldığı biliniyor. Ancak, tarihin bir kötü huyu vardır ki gerçekleri bir zaman sonra ortaya çıkaracaktır. Bugün olmasa yarın ama mutlaka. Yazanların hadiseleri kendi meşreplerine göre yaptıkları müddetçe bu süre uzayabilir ama unutturulamaz.
Kuzu kitabı da 1970 ve sonrası için milat oluşturacak bir hadisedir. Yazar bu hadiseyi romanlaştırarak dönemi anlatmaya çalışmıştır. Klasik bir anlayış haline gelen solcuların millî değerlere karşı oldukları hatta bunları temelden yıkmaya çalıştıkları anlatılmıştır. Ayrıca genç cumhuriyetimizi de Rusya’ ya peşkeş çekilmek istendiği üzerinde bazı örnekler vererek anlatılmaktadır. Sol bir düşüncenin o dönemde Rusya tarafından maddi ve manevi destek vermesi çok tabi olarak karşılamak gerekir. ABD tarafsız mı kaldı? Çatışan gençler arasında kızışan ortamdan en çok faydalanan ABD olduğunu söylemeliyiz. 11 Eylül darbesi ile bunu alenen beyan etmişlerdir. Yunanistan’ ın Nato’ ya dahil edilmesi bu sürecin devamıdır. Senaryo yazarlarının yazdıkları hakkında yazanların sayısı hayli fazladır. Elimde yeni basılmış devrin şartları içinde işlenen planlı bir cinayete kurban edilen ilk ülkücü şehitlerden Dursun Önkuzu’ nun şehadet sürecini anlatan bir biyografik roman var. Devri anlamanın en güzel yolu o yıllarda yaşananlardır. Bu kitap okuyucuya bazı ipuçları vermektedir. Okumamı yeni tamamladım.
Türk edebiyatının kıblesi kabul edilen yarım asırlık mahfil Türk Edebiyatı Vakfı tarafından yayınlanan kitabın adı ‘KUZU’ dur. Hikmet doğan tarafından yazılan kitap 528 sayfa ve 38 bölümden meydana gelmektedir. Aralık 2022 tarihli baskısı ile okuyucusu ile buluştu. Her ölüm hüzünlüdür ve arkasında hüzün bırakır. Bazı ölümler vardır ki ölümsüzdür. Ardından ölümsüzlüğü ölüm ile bırakanlar mensup olduğu toplumun vicdanı, sesi hatta şerefi olduğunu hatırlatır. Dursun Önkuzu’ da ölüme gittiğinde ölümsüzlüğü vatanın dirliğini milletin bütünlüğünü hamurlaştırarak yoğurmuştur.
1970 yılında Türkiye ve dünya gerçekleri karşısında yaşanan gelişmelerin Anadolu’ nun bir kasabasında insanlar tarafından nasıl idrak edildiği ve hangi süreçlerin yaşandığı kitaptan öğrenmek devri anlamak bakımından daha faydalı olacağına inancımız tamdır. Dursun üzerinden bir kasabada insani ilişkilerin, komşuluk, akrabalık, genç kız erkek ilişkilerinin nasıl yaşandığını isimler zikredilerek anlatılması kitabı kurgu olmaktan çıkarmıştır.
Devleti idare edenlerin öğrenci hareketlerine karşı kayıtsız ve ilgisiz kalmaları en az yaşanan hadiseler kadar mühimdir. Okulların işgal edilmesini zabıta kuvvetlerinin seyirci olmaları ile üçüncü kattan aşağı atılan yaralı bir gencin yardımına koşan arkadaşlarının polis tarafından engellenmesi insanı derin bir düşüncenin içine sürükler. Yazar uzun bir araştırmanın sonunda okuyucu kulaktan dolma bilgiler yerine devri yaşayanların ağzından öğrenmektedir. Bu da kitabı ilginç ve dikkat çeken bir eser olarak görülmesine sebep olmaktadır.
Dursun Önkuzu’ nun şehit edilmesi milliyetçiler arasında büyük bir infialin yaşanmasına sebep olmuştur. Devrin yöneticileri milliyetçilerin önünden Dursun’ un cenazesini kaçırmak istemişlerdir. Yaralı olduğu halde arkadaşlarının ve ambulansın hadise yerine gelmesine engel olan polis bu sefer de cenazeyi arkadaşlarından kaçırmak için çok çalışmıştır. 1960 yılından beri devleti idare edenler ve onların elindeki propaganda araçlarında daima iki taraf arasındaki çatışma olarak mesele gösterilmeye çalışılmıştır. Son ülkücü şehit Fırat Çakıroğlu içinde aynı tabirin kullanıldığını biliyoruz. Türk istiklalinin ebedi sürmesi için canlarını siper edenlere reva görülen muameleyi tarih asla af etmeyecektir.
Büyük destan şairimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’ da Dursun Önkuzu için yazdığı şiiri ile dilden dile günümüze kadar gelmesine vesile olmuştur
Önkuzu hey! ... Önkuzu! ...
Önde gider Önkuzu...
Anası 'Dursun' demiş...
Durmaz... gider Önkuzu.
Kuzu yürür... kuzu yürür...
Önde Önkuzu yürür...
Kuzular meledikçe
Gönlüme sızı yürür! ...
Önkuzu hey! ... Önkuzu! ...
Önde gider Önkuzu...
Bu bayrak düşmez yere
Ölmedikçe son kuzu! ...
Dursun adı... Dursun adı...
O gitti, dursun adı.
Dillerde türkü olsun,
Yürekte vursun adı! ...
Kuzular koç olacak,
Toy, düğün, göç... olacak
Bu yıl ki kuzuların
Adları 'öç' olacak! ! !
Anaların askere gönderdiği evlatlarına kına yakarak kınalı kuzu demesi Yeter ananın da gelenekten gelen bir davranışı mıydı? Bilinmez ama kitapta anlatılanların daha fazla ilgi çekeceğine inanıyorum.
Kitabı okuyanların kendilerinin de kolayca ulaşabilecekleri yorumları elbette olacaktır. Ancak bir devrin aydınlanmasına katkı sağlayan yazarın saf ve temiz bir ülkünün sesi olduğunu söylesek abartmış olmayız. Şehitlerimizi rahmet niyazı ile anmak da bize düşer.
Kitap Türk Edebiyatı Vakfı yayınları arasından çıktı.
İsteme adresi: Divanyolu Caddesi No. 14 Fatih/İstanbul
Telefon: 0 212 526 16 15 www.turkedebiyati.com.tr