KÜLTÜR

Cumhuriyetle birlikte tanıştığımız şapkadan önce giydiğimiz fesin, II. Mahmut döneminde getirilen bir yenilik olarak Osmanlı ordusuna sokulduğu ve adının da, Fas ülkesinin adından geldiği pek bilinmez.

Evet, Osmanlı’da kaftan, en­tari giyilirdi ama ondan önce Selçuklu döneminde ve anayurtlarında Türklerin pantolon giydiklerini de bilmezler. Selçuklu tasvir­lerine,                                           Selçukluları anlatan birçok sanat kitabına bakıldığında rahatlıkla görülebilecek bir şeydir oysa bu.

Dil devrimine karşı çıkanlar çok tuhaf bir biçimde “bir gecede cahil bırakıldığımız”ı söyler ve Arap harflerini istediklerini belirtirler ama bir zamanlar Göktürk abecesini kullandığımızı görmek istemezler.

Yine, Cumhuriyetle birlikte, kadınların çarşaf giymelerinden vazgeçmelerini din ve ahlak dışı bulanlar, Türk kadınlarının Doğu Türkistan’ın Turfan bölgesindeki duvar resimlerinde nasıl tasvir edildiklerini pek bilmezler.

Bizdeki Osmanlıcılar tarihi, kültürü, kimi, neden savunduklarını da bilmezler. Onlara göre her padişah Doğulu kafası taşır, Batı’yı düşman olarak görür. Batılı olanla ilgilenmesi mümkün değildir. Oysa durum hiç de böyle değildir. Örneğin:

III. Selim, “Suzi Dilara” makamını bulan, yüzlerce bestesi, şiiri, üst düzey nota bilgisi olan, yenilikçi ve Batı kültürüne de eğilimi olan bir padişahtır. Abdülaziz de şair, ressam ve bestecidir. Çok iyi derecede piyano, lavta ve ney çaldığı gibi, hem Türk hem de Batı müziğinde ciddi besteler de yapmış şarkılar üretmiştir. Sultan Abdülaziz ile tanınmış ressam Ayvazovski’nin birlikte yaptıkları bir resim olduğu da söylenir.  

Günümüz Osmanlıcılarının çok önem verdikleri Sultan II. Abdülhamit, piyano çalan, batı müziğini seven "Alaturka güzeldir; ama daima gam verir. Alafranga neşe verir.” sözünü söyleyen; tanınmış İtalyan müzisyen Donizetti’ye de batılı tarzda marş hazırlatan ve ona "Paşa" sanı veren bir kişiliktir. Son halife, Abdülmecit Efendi resimler yapan, piyano çalan bir seçkindi.

16. yüzyılda Fransız kralı Ferdinand'ın büyükelçisi O. Ghiselin de Busbecq Türk Mektupları’nda, Türk davranışlarını ve geleneklerini Batılılarınkiyle karşılaştırarak kendilerininkileri eleştirip, Türklerinkini ise beğeniyle anlatır. O günün Türk toplumunda herkesin önünün açık olduğunu, çoban çocuklarının, azınlıkların bile en bü­yük mevkilere yükselebildiğini, görevin soyluya ve nüfuzluya değil, yeteneği ve bilgisi olana verildiğini, erdemin, disiplinin, sağlam kişiliğin her şeyin üstünde olduğunu belirtir. Busbecq, Türkleri sakin kişilikli, terbiyeli, saygılı; yaptığını ve söylediğini çok iyi bilen, kendine güveni olan alçakgönüllü diye tanımlar.

Günümüzde; seksen milyonu bulan nüfus, kötü bir eğitim sistemi, kültür ve sanatın ayaklar altına alınması, kitap, bilgi düşmanlığı ile kültürel gelişimimiz tersine dönmüş, eğitimde, siyasal amaçlar dışında bir tasa olmadığından, ne köy ne kent, ne batılı ne doğulu değerler gelişebilmiş, sonuçta bu yanlışlar günübirlik, köksüz bir kültürün doğmasına etkili olmuştur.

Bizim yeni kültürümüzün en belirgin özellikleri dizilerde ve gerçek yaşamda çok sık gördüğümüz kirli sakallı, öfkeli, sert bakışlı, kaba sözcükler kullanan, çevresine dayılanan, had bildiren, efelenen bir külhanbeyliği.

Artık halkımız, hamaset yönü güçlü, yan bakana hemen yanıtını veren, bağıran, öfkelenen, meydan okuyan, öç alan, kin tutan, kavgacı delikanlıları beğeniyor. Beğenme ölçütünün değişmesinin; örneğin İsmet İnönü'nün, Halife Abdülmecit Efendi’nin, Atatürk'ün beğenilmemesinin bir nedeni de bu kültürel değişim.

Kuşku yok ki, Ghiselin de Busbecq’in yukarıda anlattığı Türk insanının kişiliğini bugün de yaşatmak mümkün. Ancak bugünkü tutumu­muzla, yaptıklarımızla olabilecek bir şey değil bu.

Geçmişteki kültür yapıtlarımız güçlü bir ulusal uygarlığımız olduğunu gösteriyor. Ekrem Akurgal’ın anlatımıyla, dünyada gökten zembille inmiş ne bir mimarlık, ne bir heykelcilik, ne de herhangi bir başka kültür yaratısı vardır. Her kültür kendisinden öncekilerle çevresindekilerinin etkilerini taşır. Etki nereden gelirse gelsin her toplum çalış­tığı ve çaba gösterdiği ölçüde özgün bir ulusal kültür yaratabilir. Ben, koşullar ne denli güç olursa olsun yeni cumhuriyetin o müthiş kültürel devrim yoluna yeniden gireceğimize, bunu başarabileceğimize inanıyorum.