Azizlerin Şehri ve Aziz şehir Elazığ’a en derin saygılarımı sunarak ve selamların en güzeli ile sözlerime başlamak istiyorum. Allah’ın selamı hepimizin üzerine olsun. Her şeyin bir başlangıcı var. Görevim gereği olarak çok sayıda toplantı ve konferanslarda konuşma yaptım. Çok sayıda gazete ve televizyon röportajlarına misafir oldum. Ancak bir gazetede yazımın yayınlanacak olması ilk defa gerçekleşmekte.

Her şeyin bir başlangıcı olduğu gibi, bir de sebebi oluyor. Bu yazıyı yazmama sebep olan ise; Kadim dostum Sayın Vehbi Coşkun kardeşimin isteğidir. Dün akşamdan beri; Ne yazabilirim? diye düşüncelerde iken daha öncelerden okuduğum bir haber bana rehber oldu. Okuduğum haber, bir araştırma ve inceleme sonucu ile alakalı idi. Yapılan inceleme sonuçlarına göre Türkiye; Güven ve Yolsuzluk indeksinde çok kötü bir performans gösteriyor. İşin daha vahimi ise bu indekste kötü performans gösteren ülkelerin geneli Müslüman Ülkelerden oluşmakta.

Güvensizlik ve yolsuzluğun önemli bir bileşeni şüphesiz ‘yalan’dır. Yalan bu kadar yaygın olmasa Türkiye’nin güven notu bu kadar düşük olmazdı diye düşünüyorum. Güven ve yolsuzlukta Müslüman Ülkeler bu kadar kötü not aldığına göre herhalde Müslümanlıkta yalan büyük günahlardan değildir. Öyle midir?

Küçüklüğüme gittim. Büyüklerimizin ve eğitmenlerimizin, bizim nesillere olan tembihleri aklıma geldi ‘’Müslüman yalan söylemez’’. Araştırdım… Yalan, İslamiyet’te çok ama çok ciddi bir günahtı. Yalan söylemek, Allah’ı kandırma teşebbüsü olarak değerlendiriliyordu. Geleneğimizdeki, ‘’Allah’ın bildiğini neden kuldan saklayayım’’ sözü bu anlayışın ifadesi olmalı.

Şimdi öldürücü soru şu: Bu kuvvetli yasak niçin kültürümüzde yok haline getirildi? Düşünün ki güven sıralamasında sonlarda yer alan bizlerin ve yalnız bizlerin Peygamberinin lakabı ‘’Güvenilir’’dir. Muhammed el-Emin. Bizler sözde O’na benzemeye çalışırız. Fakat İskandinavlar’dan, İngilizler’den, Japonlar’dan ve nerdeyse cümle insanlardan daha az benzeriz.

Yalanın da cinsleri var; Biri, saldırgan ve pervasız yalan, bir diğeri bildiği doğruyu söylemesi gerektiği halde söylememek. Mesela; bildiği yolsuzluğu açıklamamak. Hırsızlığı yapan ‘’bizden’’ ise susmak. Nihayet, doğrularda seçicilik bir başka yalan tarzı. Bir konudaki gerçeklerden işimize gelenleri bangır bangır söylerken, işimize gelmeyenlere karşı sessiz kalmak.

Anglosakson hukukunda mahkemede ‘’Doğruyu söyleyeceğime’’ diye yemin edilmez. ‘’Doğruyu, doğrunun hepsini söyleyeceğime ve doğru dışında hiçbir şeyi söylemeyeceğime’’ diye edilir. Yüce Allah Ahzab suresi 70-71. Ayetlerde mealen ‘’Ey İnananlar! Allah’tan sakının, dürüst söz söyleyin de Allah işlerinizi kendinize yararlı kılsın ve günahlarınızı size bağışlasın…’’ diye vahyetmiştir. Acaba inancımızı sorgulamamız gerekir mi? Çünkü Allah; inananlara hitap etmektedir.

Dönelim öldürücü soruya: Müslüman Ülkeler güvende ve yolsuzlukta nasıl oluyor da sınıfta kalıyorlar? İnsanların ahlaksızlıklarını kendi kendilerine nasıl izah ettiklerini tahmin etmek kolay değil ama muhtemelen şöyle rahatlıyorlar: Yalan harp halinde, düşmana karşı mubahtır. Bu durumda ahlaksız Müslüman sizi kazıklamakla kalmıyor, içinden sizi bir de kafir ilan ediyor. Gerçekten de bugünkü birçok İslamcı akımların ortak noktası tekfirciliktir. Halbuki İslamiyet’te farzları yerine getirmeyen bir Müslüman dinden çıkmaz. Bunun cezası veya bu kusurun affı Allah’ın elindedir, konu Allah ile kulu arasındadır. Fakat işlenen günah topluma başka bir veya birçok şahsa zarar veriyorsa adalet suçluyu cezalandırır. İnsanlara ve kamu menfaatine karşı işlenen suçlar bütün dinlerde ve bütün toplumlarda cezayı gerektirir. Buradaki ince nokta şudur: Müslümanın malı, canı, namusu, diğer Müslümanlara haramdır. Fakat tekfirci ve yalan söylemekten ar etmeyen akımlara mensup insanların gördüğü manzara, diğer Müslümanların gördüklerinden farklıdır. Çünkü o çevresine baktığı zaman namaz kılmadığı için kafir olmuş insanlar görür. Eşlerinin başını örttürmediği için kafir olmuş insanlar görür ve onların canı, malı, ırzı, namusu da kendisine ve dar grubuna helaldir.  Çalabilirler, tecavüz edebilir, aldatabilir ve her türlü yalanı söyleyebilirler.

Bunlar kabahatten büyük olan özürlerdir. Bir insan yalancı ise bütün diğer sıfatlar bu sıfatın altında kalır. O artık en evvel ve her şeyden evvel yalancıdır. Güvenilmezdir. Bir insan rüşvetçi ise, hırsız ise de artık bu sıfatlarla anılmalıdır. Diğerlerinden vazgeçmiştir; diğer rütbelerinin tamamı sökülmüştür.

Bir toplumda ahlak varsa insanlar birbirine güvenecektir. Çünkü ahlak, bütün medeniyetlerde ve bütün kültürlerde insanların birbirine, yekdiğerine nasıl muamele edeceğinin kurallarıdır. Şüphesiz diğerine yalan söylemek, diğerine kendini olmadığı bir kalıpta göstermek ahlaka aykırıdır. O halde ahlaklı insanlardan kurulu bir toplumun güvensiz olması mümkün değildir.

Güvenli ve Yalansız bir geleceğe umutla bakmak istiyoruz.

Editör: Haber Merkezi