Türk Dünyası Teşkilatı’nın kuruluş amacı neydi? Ortak dil, kültür ve tarih mirasıyla birbirine bağlı Türk Cumhuriyetlerini bir araya getirmek, ortak hedeflerde buluşturmak, gerektiğinde ise uluslararası arenada birbirinin arkasında dimdik durmak. Peki, gerçek bu mu? Kıbrıs konusunda ortaya çıkan manzara bize, bu yapının içi boş bir vitrin, fazlasıyla temkinli ve etkisiz bir birliktelik olduğunu acı biçimde gösteriyor.
Türkiye Cumhuriyeti, Kıbrıs’ta 1974’te gerçekleştirdiği Barış Harekâtı ile yalnızca kendi çıkarlarını değil, Kıbrıs Türk halkının varoluşunu da güvence altına aldı. Bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti hâlâ sadece Türkiye tarafından tanınıyor. Dahası, bu mücadelede bizi desteklemesini beklediğimiz “kardeş” devletlerin bazıları, uluslararası platformlarda ya sessiz kalıyor ya da daha kötüsü, Türkiye’nin pozisyonuna zımni şekilde karşı duran ifadeleri benimsiyor.
Bu ne biçim kardeşlik?
Türk Dünyası Teşkilatı’nın Kıbrıs konusunda tek bir ağızdan Türkiye’nin tezlerini savunamaması, sadece stratejik vizyonsuzluk değil; aynı zamanda siyasi korkaklıktır. Teşkilat, sembolik toplantılar, süslü bildiriler ve kültürel etkinliklerin ötesine geçememektedir. Oysa Türkiye, bu ülkelerin tamamına ekonomik, askeri ve diplomatik anlamda çok ciddi katkılar sunmuş bir devlettir.
Şimdi gelelim en net soruya: Hangi ülkeler bu kör döngüden çıkarılabilir, hangileri Türkiye’nin yönlendirmesiyle hareket etmeye ikna edilebilir?
Azerbaycan, zaten Kıbrıs meselesinde Türkiye’ye en yakın duran ülkedir. İki devlet, tek millet şiarı burada gerçek karşılığını buluyor. Karabağ zaferindeki Türkiye desteği, bu bağları daha da kuvvetlendirmiştir. Azerbaycan’ın açık destek vermesi, diğer ülkeler üzerinde de baskı unsuru olabilir.
Kırgızistan ve Türkmenistan, tarihsel ve kültürel olarak Türkiye’ye yakın olmakla birlikte, dış politika çizgilerinde halen “dengeci” bir yaklaşım içindedir. Ancak bu ülkeler, özellikle ekonomik yatırımlar, eğitim bursları, savunma iş birlikleri gibi araçlarla daha fazla Türkiye etkisine açık hale getirilebilir. Kırgızistan’ın genç nüfusu ve Türkiye’deki eğitimli diasporası, bu etkiyi kuvvetlendirmek için değerlendirilebilir.
Özbekistan, son dönemde dışa açılan yapısıyla Türkiye ile ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. Ancak halen Rusya etkisi altındadır. Bu etkiyi dengeleyebilmek için Türkiye’nin diplomatik ve ekonomik baskıyı birlikte yürütmesi gerekir. Özbekistan halkı nezdinde Türkiye’ye olan sempati, siyasi iradeye yansıtılabilir.
Kazakistan ise en temkinli ve Batı-Rusya-Çin üçgeninde denge politikası güden ülkedir. Türkiye’nin buradaki etkisi sınırlıdır. Ancak bu sınırlılığı aşmak için doğrudan ekonomi ve güvenlik alanlarında stratejik ortaklıklar oluşturmak gerekir. Zira Kazakistan, güçlü görmediği hiçbir siyasi çıkışa dâhil olmaz.
Türk devletlerinin Güney Kıbrıs’la ilişki kurmasına kızmak kolay ama önce aynaya bakmak gerek. Sen yıllarca Orta Asya’daki kardeşlerini görmezden gelip, yatırımını, ilgini ve enerjini Arap coğrafyasına harcarsan; onlar da seni samimi bulmaz. Kardeşlik sadece dilde değil, icraatta da olur. Onlara sırtını döndükten sonra dönüp sitem etmeye kimsenin hakkı yok. Bu tabloyu biz inşa ettik, şimdi bedelini ödüyoruz.
Özetle: Türk Dünyası Teşkilatı, eğer bu haliyle devam edecekse, sembolik bir folklor kulübünden farkı kalmaz. Türkiye, artık “kardeşlik” romantizmini bir kenara bırakmalı, somut çıkarlar ve stratejik baskı araçları üzerinden bu ülkeleri belirli çizgilerde hareket ettirmelidir.
Dostluk güzeldir ama dostun zor zamanında nereye düştüğünü görmek daha öğreticidir.