İTÂAT

     Arapça bir kelime olarak yazarlarımızın yazılarında sıkça konu edindikleri kavramlar arasına girmeyi başarmıştır. Hemen herkesin bildiği gibi boyun eğme, emre uyma, söz dinleme manasındadır.

    Askerlik kuralları arasında emir, talimat ve kanun diye sıralanan itâat hâlen geçerliliğini koruyor mu bilmiyorum. Ancak bizim zamanımızda askerde emir her şey demekti. Yani itâat ya da verilen emri amasız, fakatsız, itirazsız yerine getirmek, içinde mantık aramamak askerliğin şartıydı. Askerî hiyerarşide aranan bu arzuyu neredeyse son zamanlarda herkes herkesten bekler hâle gelmiş bulunmaktadır. Kendisine kayıtsız şartsız bağlı her dediğini sorgulamadan gerçekleştiren itâatkârları herkes istemeye başladı.

     Emri verenler yani buyruk veren ya da itâat edilmesini isteyenin arzusu istikametinde hareket ederseniz, itâatkâr olarak taltif edilirsiniz. İtâatkâr olmanın sanki ahlâki bir değermiş gibi de takdir görüldüğünü söyleyebiliriz. Niçin itâat edileceğinin söylenmesi hâlinde de itâatsiz, başına buyruk olarak yaramaz adam sıfatından kurtulunamaz.

     İtâatkâr veya itâatsiz sıfatlarını kazananların kendilerini nelerin beklediklerini ya da cemiyet içinde nelere sebep olacakları hakkında fikri olanların hangi sıfatı alacakları biliniyor.

     Otoriter karakterli kişiliklerin beklentisi sorgusuz itâattir. Sorgusuz itâat gönül, vicdan ve aklın dışlanması hâlidir. Elbette meşrû kaidelere itâatkâr olmak erdemdir. Meşrû olana kayıtsız kalmak, görmezden gelmek, muhalefet etmek ya da yok etmeye çalışmanın karşılığı vardır. Bu karşılığın ne olduğu herkesçe bilinir. Meşrû yollardan idarî mevkîlere gelerek maslahat adına itâat edilmesini istemenin de karşılığı vardır ve bunun da ne olduğunu en çok da itâat isteyen bilir.

     Tarih sayfaları bunlarla doludur. İç ve dış çatışmaların kaynağında başat sebep budur. İmam-ı Azam’ın önce Emevi ve daha sonra da Abbasi yöneticilerine biât etmemesinin temelinde de meşrû olmadığını bildiği uygulamaları etkili olmuştur. İtâat etmenin ancak meşrû olana yapılacağını ifade etmekten çekinmemiştir.

     Ülü’l-emre itâat tâbiri çokça kullanılmaktadır. Emir veren makamında bulunanların emirlerine uymak anlamındadır. Dinî bir tâbir olarak ülü’l-emr tâbirinin nerede, niçin, nasıl olduğu hakkında fikir ve bilgi sahibi olanların çok iyi bildikleri gibi cemiyetin selameti, barış, huzur ve güvenlik adına meşrû otoriteye itâat edilmesi gerektiğidir. Meşrûluk şahsa veya bir gruba göre değişmez. Önceden belli olan kurallar herkes için eşit olması esasına bağlı olarak kalması hâlinde meşrudur. Müşterek değerler meşrû olmanın kaynağıdır. Kaynaktaki ifadeleri kendi şahsi hesapları için uygulanmaya konması sonrasında itâat beklemek meşrû olmaktan çıkar. Akıl, vicdan sahipleri bunu itâatsizlikle karşılar.

     Sultanların saraylarına, sofralarına, armağanlarına, iltifatlarına itibar etmeyerek her çeşit zulüm ve işkenceye uğramasına rağmen itâat etmeyen İmam-ı Azam, kendisinden sonraki zamanların örneği olmuştur. İtâat etmenin şartlarının içinde adalet olmaması İmam-ı Azam’ı itaatsizliğe sevk etmiştir. Sultanın kararlarının adalete uygun olmadığını kendisine sorulan soruların cevaplarını aleni olarak ilan etmesi zalimlerin dikkatlerinin üzerinde toplanmasına vesile olmuştur.

     Otoritenin arzusu istikametinde karar verenlerin adalet ve meşrûluk duygusunu bir kenara iterek itâat etmesi, başka bir itâatsizliği doğurmaktadır. Meşrû olana itâat erdemdir. Meşrû olmayana itâatsizlik ise hem erdem hem de kahramanlıktır. Meşrû olmayana itâatsizliğin el, dil ve gönül itirazı ile yapılması cesaretin belirtisidir. Güce karşı adalet duygusunu bir kenara atarak itâat duygusunun riyâ olduğunu söylemek zor değildir. Tarihte bu uygulamaların sayısız örnekleri vardır. Şimdi de vardır. Yarın da olacaktır. Hak, adalet, vicdan, sahipleri daha önce ilan edilen kurallara aykırı hareket etmezler. Cemiyeti ayakta tutan bu değerlere rağmen hareket eden ilim sahipleri ancak ilmiyle amel etmeyenlerdir. Sultanların saraylarında süslü sofralarda ağırlanmayı bir defadan sonra alışkanlık hâline getirenlerin ilimleri doğru olsa da tartışmalı hâle gelir.

     Sonu neye mal olursa olsun gerçek âlim, doğruları her zaman söyleyen ve yaşayandır. Cemiyetin yücelmesi ilim sayesinde olacaksa, hesapsız hareket eden âlimlerin öncülüğü ile gerçekleşir.