İSTİKLÂL MARŞI ve ERZURUM DESTANI

Her milletin yüreğinde taşıdığı, onu geçmişine bağlayan kahramanlık hikâyeleri vardır. Kimi zaman bu hikâyeler, gerçeğin ötesine uzanır; hayal ile yoğrulmuş efsaneler hâline gelir ve milletleri bir bayrak gibi etrafında toplar. Tarih, böyle hikâyelerin sayısız örneğiyle doludur. Akıl ve mantığın sınırlarını zorlayan bu anlatıların, insanları büyülediğini, bir ideal uğruna birleştirdiğini ve millî bir şuur inşa ettiğini biliriz. Bu durum, insanoğlunun hikâyelere olan ihtiyacını ve inancın gücünü bizlere hatırlatır.
Fakat Türk milleti için efsane yaratmaya ya da suni kahramanlık hikâyelerine gerek yoktur. Çünkü bizim mazimiz, gerçek kahramanlarla bezeli bir destandır. Tarihimizin her sayfası, kahramanlıkla yoğrulmuş, fedakârlıkla mühürlenmiştir. Bizim destanlarımız, abartıya değil, hakikate dayanır. İşte bu yüzden Türk milleti, kahramanlıklarını yalnızca geçmişten devralmaz; aynı zamanda geleceğe de ilham verir.
Sakarya Meydan Muharebesi devam ederken, Türk milletinin yalnızca cephede değil, ruhen de bir desteğe ihtiyacı vardı. Onlara umut aşılayacak, küllerinden yeniden doğabileceklerini hatırlatacak, cesaret verecek bir dayanak gerekiyordu. İşte tam da bu noktada, Mehmet Akif, bir doğum sancısı gibi derin ve içli mısralar kaleme aldı. Geçmişle iftihar eden, geleceğe umut besleyen bu mısraları, alnından terle karışık kan damlarken yazdı. Ve öyle gani gönüllü, öyle milletine sevdalıydı ki, kendisine verilecek ödülü dahi reddetti. 
Çünkü onun nazarında en büyük ödül, milletinin hürriyetiydi. Her bir mısra, bir istikamet çiziyor, umudun haritasını çizerek milletine yol gösteriyordu. O mısralar, bir siperden yükselen nara gibi yüreklerde yankılanıyor, bir sancak gibi göğe çekiliyordu. En bigâne gönüller bile bu mısraları duyduğunda sarsılmış, ayakta alkışlamak zorunda kalmıştı.
Zaman, bu şiirin üzerindeki tozu bile üfleyemedi. Aradan geçen 104 yıl boyunca, o mısralar hâlâ ilk günkü gibi gür, ilk günkü gibi diri… Bir bayrak gibi dalgalanıyor, bir zafer marşı gibi yankılanıyor. Çünkü bu mısralar, yalnızca kâğıda değil, milletin ruhuna kazınmıştır.
104. yıl dönümünde okullarımızda ve resmi kurumlarımızda mutlaka törenler yapılacaktır. Bu kutlamalar, millî heyecanı yeniden ateşleyecek, gençlerimize millî şuuru aşılayacaktır; buna kuşkusuz inanıyorum. Millî şuura olan bağımız giderek zayıfladı, bir zamanlar özlemini duyduğumuz o güçlü kimliğimiz, adeta zamanın topraklarına gömüldü ve bizler bu gerçeği hüzünle izliyoruz. Ancak, bu kaybolan bağları tekrar keşfetmek, en derin yaralarımızı iyileştirmek için elimize şimdi bir fırsat geçiyor. Bugün, geçmişin köklerinden beslenerek, millî şuuru yeniden yeşertmek için bir tohum ekme zamanıdır. Aklı ve fikri yetenlerin, İstiklâl Marşı gibi yüce bir eserin yüreklerde ateş yakmaya çalışan mısralarının anlamını, yarının teminatı olan gençlerimize anlatmalarının tam vakti; çünkü bu, bir milletin dirilişinin çağrısıdır. 

Bu çağrı, 104 yıldır ruhumuza dokunuyor, kulaklardan gönüllere, bir fısıltı gibi akarken, millî vicdanın haykırışı, rüzgârın yankısı gibi tüm varlıklarımızı sarhoş ediyor. Zamanın topraklarına kök salmış bu ses, bir nehir gibi çağlar, her birimizin özünü sarmalayarak, tarihin tozlu sayfalarından bugüne doğru yükseliyor. Her bir adımda, her bir yürek atışında, bu haykırış, gövdemizi saran bir kudret gibi vücuda geliyor, bizi geçmişin acı hatıralarından arındırıp, bir uyanışa, bir dirilişe davet ediyor. Bu ses, bir milletin özüdür; kıvılcımından ateşi, ateşinden ışığı doğurur. Bu ateşin ebediyete kadar yanacağına inanıyor hatıraları önünde eğiliyor ruhlarının muazzez olmalarını yürekten diliyoruz. 
Tarihimizin en derin konularından biri de Erzurum’un düşman işgalinden kurtarılmasıdır. 9. Kolordu Komutanı, İstiklâl Savaşımızın üç mareşalinden biri olan Kazım Karabekir komutasındaki Türk ordusu, Erzurum'u 12 Mart 1918 tarihinde düşman işgalinden kurtarmıştır. Ebedi Türk vatanının bir parçası olan Erzurum, yeniden hürriyetine kavuşmuş, bir dirilişin sembolü haline gelmiştir. Erzurum'da, o kurtuluş şenliklerinin coşkusunun seslerini duyar gibi oluyoruz. Bu coşkunun, ebediyete kadar sürmesi, milletimizin en büyük dileğidir. Millî şuurun en yüksek şekilde yaşandığı bu şehir, milletimizin gönül borcunu taşıdığı bir kutsallığa sahiptir. Erzurum, kurtarılmasından sonraki yıllarda, Anadolu’nun işgale karşı direnişinin ateşinin yakıldığı yerdir, bir milletin yeniden doğduğu topraklardır.
107 yıl önce kazanılan bu zaferin kutlamalarının yalnızca Erzurum’la sınırlı tutulması, bir denizin sadece bir damlasına değer. Bu büyük kurtuluş hikâyesi, tıpkı bir milletin yüreğinde yankı bulan bir çığlık gibi, aynı gün bütün okullarımızda ve resmi kurumlarımızda kutlanmalı, tüm yurtta dalga dalga yayılarak Türk gençliğinin istikbâl ümitlerini ateşle yoğurmalıdır. Çünkü bu zafer, sadece bir şehrin bağımsızlık mücadelesinin simgesi değil, bütün Anadolu’nun direnişinin ve kararlılığının zaferidir. Her bir kutlama, geçmişin zafer rüzgârlarını yeniden estirirken, bu coşku, gençlerimizin kalbinde bir meşale yakacak, onları yarının büyük başarılarına doğru yönlendirecek bir ışık olacaktır. Bu zaferin kutlanması, geçmişin kahramanlık ruhunu bugüne taşırken, bir milletin yeniden doğuşunun simgesidir.
Kazım Karabekir Paşa ve silah arkadaşlarını rahmetle yâd ediyor, onların kahramanlık mirasına minnetle eğiliyoruz. Bu zaferin en değerli kahramanlarına olan vefa borcumuzu, sadece anmakla değil, aynı zamanda Erzurum’un kurtuluşunun ruhunu yaşatarak ödüyoruz. Erzurumluları, bu kutlu zaferin sembolü olan direnişlerinin hatırlanması ve kutlanması gerektiği bilinciyle kutlamak, hepimizin vicdan borcudur.