İKLİM KANUNU: YEŞİL DÖNÜŞÜMDE BİR DÖNÜM NOKTASI MI?

            Türkiye'de İklim Kanunu, 2025 yılı Nisan ayında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Bu kanun, 20 madde ve 2 geçici madde ile iklim değişikliğiyle mücadelede yasal bir çerçeve sunmaktadır. Ayrıca, 3 farklı kanunda değişiklikler içermektedir.   

            Türkiye, uzun yıllardır iklim değişikliğiyle mücadeleye dair söylemler üretse de ilk kez 2025 yılında kapsamlı bir İklim Kanunu’nu yürürlüğe koyarak bu alanda hukuki bir zemin oluşturdu. 20 ana madde ve geçici hükümlerle şekillenen bu düzenleme, Türkiye’nin net sıfır emisyon hedefine ulaşma iradesinin kurumsal bir göstergesi niteliğinde. Ancak bu dönüşüm, yalnızca çevreyi değil, ekonomiden sanayiye, sosyal politikadan dış ticarete kadar birçok alanı etkiliyor.

            Bugüne kadar dağınık yönetmeliklerle yürütülen iklim politikaları ilk kez sistemli bir çerçeveye kavuştu. Bu sayede yatırımcılar, belediyeler ve sanayi kuruluşları için öngörülebilirlik arttı. Ulusal düzeyde bir emisyon ticaret sistemi (ETS) kurulması, özellikle sanayi sektörü için çevreci inovasyonlara yönelmeyi teşvik edecek. Bu mekanizma, Avrupa Birliği’nin sınırda karbon düzenlemesi gibi uygulamalarına uyumu da kolaylaştırabilir. Kanunda yer alan “adil geçiş” ilkesi, dönüşüm sürecinde işsiz kalabilecek veya zarar görebilecek grupların korunmasını öngörerek sosyal refahın da dikkate alındığını gösteriyor. Kanun, Türkiye’nin uluslararası anlaşmalara (Paris Anlaşması gibi) ve AB ile yürütülen Yeşil Mutabakat uyum sürecine katkı sağlayarak jeopolitik ve ekonomik saygınlığı artırıyor.

            Emisyon ticaret sisteminin uygulanmasına dair geçici maddeler, sektörler arasında belirsizlik yaratabilir. ETS'nin kapsamı, izleme yöntemleri ve cezai yaptırımlara dair detaylar uygulamada sorun doğurabilir. Sanayi ve enerji yoğun sektörler için karbon vergisi ya da karbon piyasası uygulamaları maliyet artışlarına yol açabilir. Bu durum, enflasyonist baskıları tetikleyebilir veya rekabet gücünü düşürebilir. Özellikle iklim uyumu ve risk yönetimi gibi başlıklarda yerel yönetimlerin gerekli teknik kapasite ve finansmana sahip olup olmadığı tartışmalıdır. Uygulamada eşitsizlikler doğabilir. Denetim mekanizmalarının ve idari yaptırımların uygulamada ne kadar etkili olacağı zamanla netleşecektir. Kanunun kâğıt üzerinde kalma riski göz ardı edilmemelidir.

            Enerji sektöründe; Yüksek karbon salımı yapan kömür, doğalgaz ve petrol santralleri emisyon sınırları ve karbon fiyatlandırmaları nedeniyle maliyet baskısı altına girecektir. Karbon vergisi ve ETS nedeniyle üretim maliyetleri artacak.  Yatırımlar yenilenebilir enerjiye kayarken fosil yakıtlarda maden kapatma riski oluşacaktır.  İhracat yapan enerji şirketleri, AB Sınırda Karbon Düzenlemesi (CBAM) ile karşı karşıya kalabilir.

            Sanayi ve İmalat Sektörü (Demir-Çelik, Çimento, Cam, Kimya); Karbon salımına dayalı izin ve kota sistemleri, üretim planlamasını etkileyebilir. Uluslararası rekabette geri düşme, karbon maliyetleri nedeniyle ihracatın daralması riski. Enerji dönüşümü için yüksek altyapı yatırımı gerekebilir.

            Ulaşım ve Lojistik Sektörü; Taşımacılık sektörü sera gazı emisyonlarının önemli kaynaklarındandır. Karbon emisyonlarına dayalı vergilendirme sistemi yakıt maliyetlerini artırabilir. Eski araç filoları uyum sağlamakta zorlanabilir. Elektrikli taşıtlara geçişte altyapı eksikliği ve yüksek yatırım maliyeti sorun yaratabilir.

            İnşaat ve Gayrimenkul Sektörü; Yeni yapılarda enerji verimliliği ve karbon ayak izi kriterleri zorunlu hale gelebilir. Yeşil bina sertifikaları ve izolasyon zorunlulukları, konut ve ticari bina maliyetlerini artırır. Mevcut yapı stokunun dönüşümü için yüksek uyum maliyetleri oluşabilir. Yatırımcıların kısa vadeli kar beklentileri azalabilir.

            Tarım ve Hayvancılık; Sera gazı emisyonlarının bir kısmı metan ve azot oksit gibi tarımsal faaliyetlerden kaynaklanır. Hayvancılığa yönelik düzenlemeler, üretim modellerinde değişiklik gerektirebilir. Gübre ve pestisit kullanımına sınırlamalar getirilebilir. Küçük çiftçiler için uyum maliyeti ve destek yetersizliği riski büyüktür.

            KOBİ’ler (Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler); Büyük şirketlere kıyasla daha sınırlı finansal ve teknolojik kaynaklara sahipler. ETS ve karbon raporlama yükümlülüklerine uyum sağlamakta zorlanabilirler. İklim dostu teknolojiye geçiş için devlet desteği olmazsa kapanma riski doğabilir.

            İklim Kanunu'nun amacı uzun vadeli sürdürülebilirliktir; ancak geçiş süreci kırılgan sektörler için ekonomik dalgalanmalara yol açabilir. Bu nedenle: Adil geçiş politikaları, Sübvansiyonlar ve yeşil teşvikler, Kapasite geliştirme destekleri büyük önem taşımaktadır.

            Sonuç olarak, İklim Kanunu, Türkiye'nin yeşil dönüşüm yolculuğunda gecikmiş ama kıymetli bir adım. Ancak bu adımın başarıya ulaşması, yalnızca kanunun varlığına değil, uygulanabilirliğine, finansal desteklere, kurumsal koordinasyona ve toplumsal sahiplenmeye bağlıdır. Yani mesele sadece bir “kanun” yapmak değil, iklim değişikliği ile bir gelecek kurmak meselesidir.