EY TÜRK GENÇLİĞİ (2)

Sıkı durun, 3 milyon 500 bin ev gencimiz var.
Gecenin koynunda kaybolan hayaller mi bunlar, yoksa odalarının loş ışığında ekrana bakan gözlerin ardında yankılanan sessiz çığlıklar mı? Bir zamanlar sokaklarda yankılanan kahkahalar, şimdi dört duvarın arasında, sanal dünyaların içinde kayboluyor. Ev genci… Bu kavram bana ait değil, ama belki de hepimizin aynasında bir yansıması var. Peki, 3 milyon 500 bin ev genci neyi ifade ediyor?
Bir kayıp mı bu, yoksa kendi ellerimizle büyüttüğümüz, göz göre göre genişlettiğimiz dipsiz bir uçurum mu?

Bu rakam, Psikolog Cihan Çelik'in on yıl önce yaptığı bir araştırmaya işaret ediyor. Dile kolay, on yıl! O gün 3 milyon 500 bindi, peki ya şimdi? Sayı 5 milyona ulaşmış olabilir mi? Eğer öyleyse, artık sadece dizlerimizi dövmek yetmeyecek… Çünkü bu, bir istatistik olmaktan çıkıp, toplumun kanayan yarasına dönüşmüş demektir.

Daha önce büyüklerin gençlerden neler beklediğini anlatmıştım. Ama bu kez, meseleye onların gözünden bakalım. Gelin, sessiz odalarına girip, camın ardından dünyayı seyreden gözlerin ardındaki fısıltılara kulak verelim…

Ev gençleri, kendilerine can suyu olarak sınırsız interneti görmektedirler.
Cihan Çelik’in verdiği bilgilere göre, bir ev gencinin en temel ihtiyacı sınırsız internet. Öyle ki, bu onların nefesi, can suyu, tek gerçeklikleri… Aileler, çocuklarının bu “hayati bağını” kesmemek adına ek işler yapıyor, emeklerini avuç avuç ekranlara taşıyor. Elektrik faturaları kabarıyor, zaman tükeniyor, ama ekran hep açık…
Daha da ilginci, bu gençler sadece dijital dünyada hayatta kalmakla yetinmiyorlar; onlar, buradan çıkmak yerine her an daha derinlere batmayı tercih ediyorlar. Ekranlar, birer pencere değil, dar bir hücreye dönüşüyor. Ve biz, o hücrenin duvarlarına basitçe "özgürlük" diyoruz.

Kolay yoldan ya da kısa yoldan zahmetsizce zengin olmak. İkinci büyük istekleri, kestirmeden, zahmetsizce çok para kazanmak. Alın teri dökmeden, bir gecede varlıklı olmak… Peki, bu yalnızca gençlerin hayali mi? Yoksa bir kuşağın, bir toplumun onlara sunduğu bir miras mı? Kolay kazanılan şey, kolay kaybedilmeye mahkûm değil mi?

Özgürlük mü, başıboşluk mu? Ve belki de en çarpıcı olanı: Ev gençleri, büyüklerinin müdahalesini istemiyor. Ne yaparlarsa yapsınlar, özgürlük talep ediyorlar. Tıpkı sınırsız internet gibi, hayatlarına da kimsenin dokunmamasını istiyorlar. Ama özgürlük, sorumluluktan kaçmak mıdır, yoksa insanın kendi yolunu çizebilmesi mi?
Yoksa, aslında özgürlük; yalnızca tanımadıkları bu dünyada, ellerinden kayıp giden zamanın bir parçası mı olmaktır?

Sarsılmaz konforun cazibesi… Hayat konforlarından asla taviz vermeyen 3 milyon 500 bin ev genci…
Dışarıda ne fırtınalar koparsa kopsun, onlar kendi dünyalarının sarsılmasına izin vermiyor. Kendi evlerinin içinde çelikten duvarlar örüyorlar. Ve daha da ötesi, bütün ihtiyaçlarının derhal karşılanmasını bekliyorlar.
Bir istek değil bu artık, bir hak gibi…
İşte en büyük kırılma noktası burada başlıyor.

Düşmeyen, kalkmayı bilmez. Okumayan, iş aramayan, çalışmayan 3 milyon 500 bin genç…
Şimdi dizlerimizi dövebiliriz. Ama ya yarın bu sayı 5 milyona ulaştığında? O zaman neremizi döveceğimizi bile bilemeyeceğiz…
Göz göre göre büyüttüğümüz bu uçurum artık bir hakikat… Ve biz, bu hakikatin tam ortasında duruyoruz. Çocuklarımızı koruyalım derken, onları hayattan soyutladık.
Okulda düşüp dizini incitse, soluğu okulda alır, ortamı ayağa kaldırırız. Ama kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmelerine fırsat tanımayız.
Akran zorbalığı karşısında suskun kalan büyükler çoğalıyor.
Bütün problemleri onlar adına çözerken, onları problemlerle mücadele edemez hale getirdik.
Ev ödevlerini bile onlar yerine biz yapıyoruz.
Her arzusunu yerine getirdiğimiz çocuklarımız, “istek” kavramını unuttu; sadece “hak” bildi.
Ve şimdi, bu 3 milyon 500 bin ev genci, hepimizin eseri… (Devam edecek.)