2008 yılında kurulan ve kısa adı ESKADER olan Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği, faaliyete başladığı andan itibaren sahasındaki konularla ilgili olarak ciddi çalışmalar yapmaya tanınmaya başladı.
Genç yazarları teşvik etmek, yazarların eserlerini tanıtmak ve Türk edebiyatı, sanatı, kültürü alanındaki bütün çalışmaları dikkatle takip etmektedir. Mütevazı salonlarında çeşitli kurslar düzenlenmektedir. Edebi çalışmaların yanı sıra, yayıncılık faaliyetleri de dikkat çekmektedir.
Son yıllarda adını duymama rağmen, çalışmaları hakkında yakın bir ilgim ve bilgim yoktu. Şairimiz Bahaeddin Karakoç’un konuşmacı olarak katıldığı bir toplantıya iştirak etmiştim. Yanılmıyorsam 2014 yılıydı. Cağaloğlu’nda bulunan Timaş’ın okuma salonunda yapılan toplantıda, Karakoç’un kendine has Anadolu tavrı ile şiirleri hakkında sorulan sorulara cevap verirken, yaşadığı toprakların kokusunu, rengini ve sesini Salavan Dağı’nın çiçekleri ırgalanırken etrafa yaydıkları kokular gibiydi. Adam boyu uzayıp giden otların arasında kaybolan süt kuzusunu ararken duyduğu heyecanı anlatırken o anı yaşıyor gibiydi. Her kelimesi önce bir damla sonra da Salavan’dan dökülen çağlayanlar gibi çiçekleri ağaçları dolaşarak düzlüklere oradan da Ceyhan’a karışarak bütün bir Çukurova’yı dolaşır gibiydi. Karacaoğlan ya da Dadaloğlu çağdaşıymış gibi kelimelerle oynarken düşünmüyor yüreğini coşturuyordu. Nurhak, Binboğa veya Tahtalı Dağları'ndan akan suları andıran ifadeleri, bazen baharda açan bir beyaz papatya gibi insanın içini ısıtıyordu. Bazen de "Ihlamurlar Çiçek Açarken" şiirini okurken, haziran ayında açan ıhlamur ağacının çiçeklerinin kokusunun adeta burnunuzun direğini sızlattığını o küçücük salonda hissedebiliyordunuz.
Yakın dostum ve ağabeyim Şerif Aydemir de bu derneğin kurucuları arasında yer almakta ve bir zamanlar başkanlığını yürütmüştü. Okuyucularım Şerif Aydemir hakkındaki düşüncelerimi bilmelerine rağmen, burada da kendisinden bahsetmeden geçemeyeceğim. Şerif Aydemir, bana 19 Ekim 2024 günü ESKADER ödül törenleri olduğunu ve beni davet ettiğini söyledi. O, Cumhuriyet hikâyecilerimiz arasında en çok mesaj veren yazarlardan biridir. Edebiyat mahfillerinde en çok saygı görenlerden biri olduğu rahatlıkla söylenebilir. Son eseri, hepimizin yakından bildiği “İndim Yarin Bahçesine” hikâyesidir. Bu eserin ödülünü kimin vereceğini merakla bekliyorum. Asıl ödülünü okuyucusundan aldığını da biliyorum. Açıkçası, bu ödüle de çok ihtiyacı yoktur.
Urfalı Nabi’nin bir beyti sanki Şerif Aydemir için söylenmiştir desek yeridir: "Eğerçi köhne metâ’iz revâcımız yoktur, Revâca da o kadar ihtiyacımız yoktur." (Biz eski bir malız, rağbet görmüyoruz. Rağbete de o kadar ihtiyacımız yok.) Şerif Aydemir, bulunduğu mahalleyi terk etmeyi düşünmedi. Eğer düşünseydi, şimdi nerede olurdu? Çoğumuz bu soruya az çok aynı cevabı veririz. Ancak Şerif Aydemir, kendi mahallesini terk etmeyi aklından geçirmediği gibi, karşı mahallede gördüğü bazı yetenekli kişileri de kendisine, daha doğrusu kendi mahallesine getirmeyi başarmıştır. Diyebiliriz ki artık bu saatten sonra da gitmez. Mahallesinin aymazlığına, vefasızlığına, vurdumduymazlığına, tembelliğine rağmen sevgisini ve vefasını esirgemedi.
ESKADER ödül töreninde gördüklerim bunlardan ibaret değildi. Bizim mahallenin bir yığın insanını gördüm. Herkeste bir ümitsizlik, yılgınlık ve atalet vardı. Sanatkârda görülen bu haller bir millet için hiç de hoş şeyler değildir. Gördüklerimden anladıklarımı da size aktarmak isterim.
ESKADER’in şimdiki başkanı Fatma Ersem Yargıcı’nın heyecanı ve gayreti görülmeye değerdi. Açılış konuşmasında, 2008’den beri bu ödülleri dağıttıklarını, seçilen eserleri bir yıl boyunca dikkatle takip ederek ödüle layık olanları her aralık ayının sonunda açıkladıklarını ve ekim ayında da ödülleri takdim ettiklerini ifade etti. Ödül salonuna girmeden önce, fuayede hazırlanan kokteylde davetliler oldukça erken gelerek koyu bir sohbete dalmışlardı.
Doğrusunu söylemek gerekirse, hazırlanan ikramlara katılanlar sohbet ederken bir yandan da sunulan yiyecekleri kabul etmekte acele ediyorlardı. Bu tür davetlerin çoğuna katıldığım için, sonuç getirmediğini biliyordum. Tanışmalar, tek ayak üzerinde, yaklaşık 1,5 metre yüksekliğindeki masaların etrafında olurken, eski dostların koyulaşan sohbetleri ve yeni gelenlerin tanışmaları burada gerçekleşiyordu.
Masa etrafındakilerden ünlü biri değilse, pek itibar gördüğü söylenemez. Bir düğüne katılmış gibi, tanıdıkları ile selamlaşıp bir süre sonra ayrılırlar. Ödül alanlar ve ödülü takdim edenlerin nasıl bir heyecan yaşadıklarını bilmiyorum. Ama itiraf etmeliyim ki hem ödülü alanlarda hem de ödülü verenlerde bir heyecan göremedim. Belki de bir yıl öncesinden kime ödül verileceğinin açıklanmış olmasındandır. Çok değil, bundan on, on beş yıl önce böyle törenlere katılanlar, büyük bir ciddiyet içinde, kıyafetlerine özen gösterirlerdi. Hanımların ve beylerin kıyafetleri, zarafet ve kibarlıkları ile birleşir, adeta halka örnek olurlardı. Ancak bu törende büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Hemen herkes piknik kıyafeti giymiş, sanki biraz sonra mangal yapacaklarmış gibiydi.
ESKADER ödül törenini, çökmekte olan bir irfan hayatının çöplüğünde açan bir gül gibi gördüm. Kıyafetlerine özen gösterenlerin sayısı azınlıktaydı, ancak bunu bir alışkanlık haline getirdikleri belliydi ve elbette doğru yapıyorlardı. MESAM yöneticisi Salih Turhan, hem ödül aldı hem de okuduğu eserle ruhları diriltmeye çalıştı. Salih Turhan’ın talihsizliği, program başlar başlamaz icra yapmasıydı. Rumeli havalarının icrası sırasında ruhların düzeltilmeye çalışıldığını gözlerinizle görebilirdiniz. Cafer Vayni ve Ahmet İyioldu ise adeta bir toplantıya nasıl gidilir dersi veriyorlardı.
ESKADER, 25 esere ödül vermişti. Ödül alanların ve ödül verenlerin bir iki cümle konuşmasına izin verilmedi. Bu kabul edilebilir, ancak ödül takdim edenlerin kısa konuşmalar yapmasına izin verilmesi gerekirdi. Dinlemek istediğim birçok eser sahibinin sesini duyamamak bir eksiklikti. Benim gibi düşünenler de vardı. Dahası, artık amatörlükten çıkmanın zamanı geldiğini bu tören sırasında bir kez daha anladım. Profesyonel destek almak gerektiği aşikâr. Ödül törenlerini daha cazip hale getirebiliriz. Bizim mahallenin klasik ve formel olmayan anlayışı artık kimseye bir şey ifade etmiyor. Gençler neden yoktu?
Bu kadar eser, sadece salondaki insanlara hitap etmek için mi yazıldı? Baştan sona kadar kendimizi yenilememiz gerektiğini bu toplantıda bir kez daha anladım. Salonu dolduranlar okur ve yazar insanlardı. Şairler, romancılar, hikâyeciler, denemeciler ve daha birçok alanda ünlü insanlar olmalarına rağmen bu kadar iddiasız olmalarını anlamak zor. ESKADER ödülleri tüm Türkiye’yi kapsıyordu. İstanbul dışındaki yayınları da takip ettikleri, verdikleri ödüllerden anlaşılıyordu.
Dergi, roman, hikâye, biyografi, deneme, şiir, seyahat ve tarih gibi konuların yanı sıra, bu yıl ilk kez eleştiri konusunda da bir ödül verdiler. Bunu görünce sevindim. İnsanların en sevmedikleri şey eleştirilmektir. Neden eleştiri konusunda ödül verdiklerini sorgulamadan, bu ödülü içimden alkışladım. Takdire şayan bir sunucunun sunduğu ödül töreni sırasında, dinleyicilerin cılız alkışları adeta ruhlarını yansıtıyordu.
Güzel bir şeyi alkışladığımızda ne kaybederiz diye düşünmekten kendimi alamadım. Madem alkışlamayacaksın, neden geldin? Dahası, sanata, edebiyata ve kültüre kayıtsız bir toplum olacağımızın işaretlerini, salondaki alkışlardan daha net anlıyordum. Ödül töreninin en güzel yanı, Prof. Birol Emil’e verilen özel ödüldü. 86 yaşında, tekerlekli sandalye ile hayatını zor sürdüren Prof. Birol Emil, törene takım elbiseli ve kravatlı olarak geldi. Katılımcılara duyduğu saygıdan dolayı, tekerlekli sandalye ile ödül almayı kabul etmeyip, yardım alarak sahneye çıktığında, bütün katılımcılara binlerce kez verdiği dersi bu defa davranışı ile veriyordu. Bir kez daha, bu anlamlı davranışıyla herkese ders verdi. Hocalar sınıfta dersin sonunda şu soruyu sorar: "Anladınız mı?" ya da "Anlamayan var mı?" Prof. Birol Emil’i anlayanlar oldu mu, bilmiyorum.