ELAZIĞ’DAN İBRET DOLU BİR İHANET ÖYKÜSÜ

Hiçbir ülkenin bizdeki kadar haini yok.

Harlanmış ateşle içi kin nefret dolu Sabatay’cı, Pontus’çu, din kisvesiyle şalvarlı, takkeli, PKK’lı, FETÖ’cü misyoner, vatan hainleri içimizde.

Hiçbir ülkenin bu kadar haini yok dersem sakın kızmayın.

İçimizde o kadar kripto yaşam süren var ki, tahmin bile edemezsiniz.

Yıllar önce aktif olarak gazetecilik yaparken Elazığ’ın çok tanınan bir ismi vefat etmişti. Herkesin yakinen bildiği bir isimdi. Elazığ insanı onu çok sever, sayar hatırı sayılan biriydi.

Onu İzzetpaşa camine Cuma namazlarında görür, yardım sever biri olduğunu bilirdim. Sakallı, takkeli, elinde 99’luk teşbih bazen de şalvara benzeyen bir şey giyerdi.

Şimdi size o Elazığ’ın çok sevip saydığı kişinin öyküsünü anlatacağım.

Hayretler içinde okuyun.

Aktif Gazetecilik yaparken, bir tarihte, Elazığ ‘da Misyoner çalışmaları yapıldığını öğrenmiş bunun için Alman uyruklu Zirve yayın evinde öldürülen Tilman Ekkehart Geske’li kıskaca almış Elazığ’da Kürt orjinli gençler üzerinde çalışma yaptığını tespit etmiştim.

Bu arada Fırat Üniversitesinden bir hoca ile bu konuda irtibata geçmiş, Elazığ’da misyoner çalışması bu Alman tarafından yapıldığını iyice kanıtlamıştım.

Zirve yayın evinde öldürülen Alman misyoner Tilman, Hazardağlı kavşağında bir evi mahalle kilisesi olarak kullanıyordu. Kendisi Van da misyoner çalışmaları yapmış sonra da Elazığ’a görevlendirilmişti. Onu birçok kez haber yaptım.

Alman uyruklu misyoner Tilman bir sabah yine Hazardağlı kavşağındaki evinin önünde minibüse İncil yükleyip dağıtıma çıkarken, kendisini takip ettiğimi anlamış olmalı ki, yanıma gelerek, ‘’Sen beni takip etmekten yorulmadın mı? Bugün seni biri arayacak ona cevabını verirsin.” Dedi.

Doğrusu o söze takılmadan Tilman’ı takip ederek, Yıldız bağlarına kadar geldim. Tilman yine gençlere İncil içinde 100 doları dağıtıyordu. O günü yine gizli çekim yaparak tamamlamış ofise dönmüştüm. Akşamın geç saatlerinde ofisi kapatacakken içeriye yukarıda tarifini yaptığım kendisinin Elazığlı olduğunu bildiğim sakallı, şalvarlı, Cuma namazlarında gördüğüm şahıs girdi.

Ofise haber vermeden geldiği için doğrusu geçerken uğrayanlardan olduğunu kafamdan geçirirken birden, ‘’Bana bak aslanım. Dostlarımızı rahatsız ediyor, çalışmaları engelliyorsun. Derdin ne?” diye sordu.

Konuya aniden girdiği için, ‘’bir dakika anlamadım konu nedir?” derken, ‘’Tilman senden rahatsız olmuş. İzmir’deki Santa Maria kilisesi senden rahatsız. Tuncelili Sezgin senden rahatsız” derken araya girip, ‘’Sende mi rahatsız oldun benden” demeye kalmadan, ‘’Ben senden rahatsızım evet.” Cevabı gelince, ‘’Ben işimi yapıyorum, Elinden geleni yap. Ofisim burası. Sen yetmezsin ağa babaların da gelsin” diyerek ayağa kalkıp kapıyı açtım.

Bana, ‘’Lafım bitmedi” deyince, “Lafın tamamı Aptala söylenir. Ben anlayacağını anladım. Çık dışarı” dememle, ‘’Burada benim gibi çok insan var. Seni rahat bırakmazlar.” Sözü ağzından çıkınca, “Yüzüme bak ölümden korkan bir yüz var mı? Bende” deyince, ofisi hızlıca terk etti.

Aradan üç gün geçmişti ki, Ofisimin önünde birilerinin çekim yaptığını arkadaşlarım haber verdi. Ofisimin önünde o dönem sosyal medyadan resimleri ile tanıdığım Sabatay ve misyoner Tuncelili Sezgin’i gördüm.

Bana, ‘’işimi yapıyorum.” İfadelerini kullanarak çekip gitti.

Aradan aylar geçti. Bahsini ettiğim Elazığlı Cuma namazlarında gördüğüm, tanınmış sevilen, sayılan, beni Alman Rahip Tilman için tehdit eden o kişinin bir kaynaktan öldüğü ve cenazesinin İzzetpaşa’dan kalkacağı haberi geldi.

Çok ilginçtir, cenaze İzzetpaşa Camisi’nde kılınacaktı. Lakin, cenazede çok az insan ve hiç daha önce görmediğim tipler vardı. Tuhaf tuhaf bakışları üzerimde görünce, doğrusu şüphelendim. Cenaze namazı kılınıp tabut omuza alınınca, tabuta omuz verdim.

O iri cüsseli adam bu tabutta nasıl bu kadar hafif olur diye düşünürken, aklıma defin işlemine kadar takip etmek geldi.

Öyle de yaptım.

Mezarlıkta ceset tabuttan çıkarılıp mezara bırakıldığı an, orada bulunan yaklaşık 20 kişinin beni gözleriyle izlediğini gördüm. O an “bu adam bu kefenin içinde değil, kefenin içinde bulunan boyu kısa ve belli ki zayıf.” diye düşünüp oradan ayrılmak isteyince tanımadığım biri kolumdan tutup, ‘’Defin bitine kadar bekleyeceksin” diyerek kolumdan tuttu.

O an asıl cenazenin burada olmadığını anladım

Meğerse sonradan mezarlıkta sözde defin yapılırken, asıl cenazenin Uçakla İstanbul’daki Bülbül deresine defnedildiğini öğrendim.

Evet Dostlar; İstanbul’daki Bülbül deresi mezarlığı en ünlü Sabatay ailelerin defnedildiği bir mezarlık. O mezarlıkta Sabataylar dışında kimse defnedilemez.

Sözün özü şu ki, yıllarca Elazığ’da şalvarlı, takkeli, elinde tespihle gezen Cuma namazlarına bile giden kişi meğer ünlü bir sabatcıymış.

Yıllarca Elazığ’ın sevdiği değer verdiği her alanda gördüğümüz sakallı şalvarlı o kişi meğer tam bir vatan hainiymiş.

Detayları atlayarak geçtiğim için özür dilerim. Çünkü detay vermek meslek ahlakıma sığmaz birtakım kişileri, kurumları zan altında bırakmak etik olmazdı.

Evet hiçbir ülkenin bu kadar haini yok.  Sabataylar, FETÖ’cüler, PKK’lılar, derken içimizdeki hainler her kılıkta.

Bu benim tanık olduğum, yaşadığım ibret dolu bir ihanettin öyküsü. Her Allah diyen takkelilere, ille de vatan diyen vatansızlara kısacası dinin ve bayrağın arkasına sığınan herkese güvenmemeyi öğrenmeliyiz.

Unutmamak gerekir, bu aziz millete, bu aziz vatana ve Bayrağa her kim ihanet ettiyse âlemlerin Rabbi olan yüce Allah, onların yanına kar bırakmadı. Hep şahit olduk.

Siz, siz olun asla bu ülkenin taşına toprağına bile ihaneti aklınızdan geçirmeyin.

Selam, Dua ve bayrak ile kalın…