ELAZIĞ ŞEKER FABRİKASI (3. BÖLÜM)

…Tam ona lâyık ve aynı karakterde olan işletme müdürü Azmi Müezzinoğlu, bir akşam yemekte şu hikâyeyi anlattı:

‘Kütahya fabrikasının montajı sırasında yine beraber çalışıyorduk. Bir gün malzeme trenlerinin biriyle 15 tonluk bir saç bloğu geldi. Bu saç levhaları ayırmak, dağıtmak uzun ve çetin çalışmalara muhtaçtı. En fenası, epeyce de vakit alacaktı. Bizim için mühim olan da asıl buydu. Vincimiz 7 tonluktu. Bütün montörler ve mühendisler, bu vinçle bu bloğun kaldırılmasına imkân olmadığını, bir ağızdan söylediler. İhsan Bey söz dinlemiyordu. Vincin altına girdi, makiniste emir verdi:

‘Çek!’

Havaya kalkan ağır yük, tam onun tepesi üzerindeydi. Kollarından tutup kenara çekmek istediler ama muvaffak olamadılar. O, vince itimat ettiğini anlatmak istiyordu. Gerçekten de arızasız olarak bloğu tahliye ettik.’

İhsan Duman gülüyordu:

‘Bunda ne fevkalâdelik var, Allah’ınızı severseniz! Alman yapısı her vincin, hiç olmazsa takatinin iki misli yük çekmeye muktedir olduğunu biliyordum. Mesele bundan ibaret. Kahramanlık, kabadayılık falan yok bu işin içinde…’

‘Peki,” dedim, “oradaki mühendisler, hele Alman teknisyenler bunu bilmiyorlar mıydı?’

‘Demek bilmiyorlarmış! Hâlbuki basit bir bilgi!’

Elâzığ fabrikasının yapılacağı yere ilk kazığı diken, İhsan Duman’dır. Tarih: 30 Eylül 1955! Fabrikanın son vidasını çakan odur. Tarih: 20 Mart 1956! Bütün montaj 300 gün sürmüştür ki, şeker fabrikalarımız arasında rekor ifade eder.

Fabrikada şimdi iki büyük işe girişilmiştir: Koloninin şehir yönüne rastlayan köşesinde 100 işçi evi yapılacak. Kooperatifin statüsü hazırlanmış ve işçi sigorta kurumunun kredi yardımı, bizzat Çalışma Vekili Mümtaz Tarhan’ın sözüyle temin edilmiştir. Pek yakında inşaata geçiliyor.

Bununla iki gaye sağlanmış oluyor: Fabrika çevresinde, yavaş yavaş, bir gecekondular sitesi oluşmaya başlamıştır. Şehirden, yakın köylerden zengin işyerine doğru kayan yurttaşlar, derme çatma kulübelerin üstlerini bir gece içinde saz ve toprakla örtüp çoluk çocuklarıyla içine giriyorlar. Fabrika, yalnız artığı ve küspesiyle, koca bir köyü beslemeye kâfidir. Küspe, bedava verilir. İşçi yazılmak için yakın çevre, bir avantajdır. Çoluk çocuk, karı kızan, bol kepçe bir bal kovanına yanaşmışlar demektir.

Ama gecekonduların çirkin manzarası, ilerde oluşması pek doğal olan medeni siteyi tehdit etmektedir. Hem bu tehlikeyi önlemek hem de şimdilik yüz, sonra iki yüz, beş yüz işçi evini kurup hazırlamak, kooperatifin gayesi olmuştur.

İkinci mesele, bitişik hatta banliyö trenleri işletmek. Bunun ne derece önemli, hatta hayati bir konu oluşturduğunu belirtmeye gerek yok. Erzurum’da, on beş kilometre uzaktaki şehirden fabrikaya, günlük 20 kuruş civarında bir ücretle taşınan işçiler, fabrikanın hayatiyetinde büyük rol oynuyorlar. İşçinin kesesine, kudretine olduğu kadar, fabrikanın işçi bulmasına ve seçmesine de büyük ölçüde hizmet edebilecek böyle bir konu, maalesef demiryolları idaresince onay görmemiş. Onay almamış davadan vaz mı geçilmiş? Hayır! Tam tersine olarak, iktisadi kuruluşlarımız arasında bir iş birliği manasına da alınabilecek olan dava, daha sıkı takip olunmaya başlanmış.

Demiryolları idaresi şöyle diyor cevap yazısında:

‘Orada banliyö treni işletmek, idare için büyük zarara neden olacaktır. Erzurum’da gösterdiğimiz alâka ve kolaylık, sırf bir iyi niyet eseriydi.’

İyi niyetin Elâzığ fabrikasına da gösterilmesi kadar doğal bir şey olamaz. Benim fikrim de bu. Tahmin edileceği gibi, elinizde tuttuğunuz kitap piyasaya çıkıncaya kadar bu mesele kökünden hallolunur ve işçiler, ucuz parayla fabrikaya gidip gelme imkânına kavuşur. 

Bu mümkün olmazsa, kitabımızı okuyacak olan yarının nesilleri, elbet bu fırsatın ortaya çıktığına ve meselenin de tarihe karıştığına tanık olacaklardır. İktisadi zorunluluklar, her türlü zorunluluğun ve değerlendirmenin üstünde hükmünü icra ederler.

Elâzığ Şeker Fabrikası’nın sosyal meselelerimizden en büyük ve tarihi değeri olan bir konu üzerine sergilediği etkiyi, burada kısaca belirtmek lâzım. Memleket gerçekliklerini iyice seçip tanımızı koymadıkça, bu sevgili ve aziz halk kalabalığını rahatlığa, saadete, geçim huzuruna kavuşturamayacağımızı artık biliyoruz. 

Özellikle tarihe mal edilebilecek değer ve önemde olan dertlerimiz öncelikle tanı konacak, sonra tedavisine girişilecektir. Şu veya bu değerlendirmede bu yöntemsel konuda sürüncemelerin ortalığa dökülmesine neden olursak, milli ideolojimiz yaralanır ve sakatlanır. Sürünceme, bütün bir tarih boyunca hükmünü yürütmüş olduğundan, tanıyı koymanın daha fazla gerilere atılması ancak bir suça kaynaklık edebilir.

Elâzığ ve dolayları, büyük toprak mülkiyeti rejimine tabidir. Başı belirsiz zamanlara kadar geriletilmesi mümkün olan bu rejim, toprak kanunu ile bir dereceye kadar hafifletilmiş ise de kökünden halledilmiş sayılamaz. Büyük topraklar, sahipleri tarafından yarıcılar eliyle ekilip biçilir. Pancar ekimi, çok doğal olarak, buralarda yem görülen bir ziraat dalıdır. Bir çapa bitkisi olması dolayısıyla, alışkanlıklar ve geleneklere oldukça aykırı bir çalışma tarzına da muhtaçtır…

(Haftaya 4. ve Son Bölüm)