ELAZIĞ "DİLENCİLER" ŞEHRİ

            Elazığ, evliyalar diyarı olarak ifade edilen dört bin yılı aşkın süredir medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan ve aynı zamanda UNESCO’nun “Dünya Kültür Mirası” geçici listesine dahil olmuş olan bir şehir olarak göğsümüzü kabartırken, son dönemde her kavşakta, işlek mağaza ve dükkanların önünde organize şekilde tertiplenmiş bir dilencilik teşkilatı ile karşı karşıyayız.

               Yine geçtiğimiz günlerde bir dilencinin üzerinde günlük kazancı 10 bin TL’nin üzerinde olduğu yönünde bir tespit de kamuoyunda oldukça ses getirmişti. İnsanlardan yardım isteme konumundaki kişiler genellikle durumlarının kötü olduğunu ifade etmektedirler. Ekonomik durumlarını izhar ederken karşıdaki kişileri ikna etmek için dini kanıtlarla süslenen sözler serdetmektedirler.  “Allah rızası için”, “Çocuğunun, sevdiğinin başı için”, “Sevdiklerinin sadakası için”,“Az sadaka çok belayı defeder” ifadeleri dinî içerikli sözlerin en yaygın kullanılanlarındandır.

               Sokaklarda yürürken hepimizin karşılaştığı, kimi zaman vicdanımızla yüzleştiğimiz bir tablo: dilenciler. Kimisi yaşlı, kimisi çocuk, kimisi engelli… El açan, gözleriyle yardım isteyen insanlar. Ancak burada durup düşünmemiz gereken bir nokta var: Gerçekten yardıma muhtaç olanla, bu işi bir "meslek" haline getirmiş olanı nasıl ayırt edeceğiz? Daha da önemlisi, dilencilikle nasıl etkili bir şekilde mücadele edeceğiz?

               Dilencilik, sadece bireysel değil; sosyal, ekonomik ve kültürel sebepleri olan çok yönlü bir sorundur. İşsizlik, yoksulluk, eğitimsizlik, göç, bağımlılıklar ve kimi zaman da organize suç şebekeleri bu sorunun temelini oluşturur. Yani sokakta gördüğümüz kişi, buzdağının sadece görünen yüzüdür.

               Toplum olarak ilk yapmamız gereken, sokakta dilenen kişilere para vermemek. Çünkü verilen her kuruş, bu döngünün devam etmesine neden olur. Yardım etmek istiyorsak, bunu güvenilir yardım kuruluşları üzerinden yapmalıyız. Belediyelerin, vakıfların ve sosyal hizmet kuruluşlarının desteklediği projeler, gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaşmak açısından çok daha etkili.

               Belediyeler ve sosyal hizmet kurumları, dilenciliği meslek haline getirenlerle mücadelede kararlı olmalı. Denetimler sıklaştırılmalı, tekrar tekrar yakalananlara karşı caydırıcı idari yaptırımlar uygulanmalıdır. Ancak bu süreçte, gerçekten ihtiyaç sahibi olan bireyler de tespit edilmeli ve onlara barınma, gıda, sağlık ve iş imkanları sunulmalıdır.

               Uzun vadede çözüm, eğitimle mümkündür. Ailelerin bilinçlendirilmesi, çocukların eğitime kazandırılması, sosyal hizmet uzmanlarının sahada daha aktif rol oynaması çok önemli. Medya da bu konuda üzerine düşeni yapmalı; toplumda farkındalık yaratmalı, yanlış yardım şekillerinin sonuçlarını açıkça göstermelidir.

               Dilencilikle mücadele görevini layıkıyla yaptığı sürece sadece zabıtanın görevi değildir. Bu bir toplum meselesidir. Elimizi vicdanımıza koyarken, aklımızı da devreye sokmalıyız. Gerçek yardımı, doğru şekilde yaparsak; hem vicdanımız rahat eder hem de sorunun çözümüne katkı sağlarız.