Arkadaş… Aynı yolları adımladığımız, aynı gökyüzünün altında soluklandığımız, bazen bir fırtınada sığınak, bazen de uçurum kenarında tutunduğumuz insan… Birlikte yürüdüğümüz yolların, paylaştığımız zamanların ve ortak kaderin bizi yan yana getirdiği insan… Kimi zaman aynı okul sıralarını, kimi zaman bir cepheyi, kimi zaman da yolların kesiştiği anları paylaştığımız kişi… Kimine göre de arkamızı dayadığımız taştan mülhem bir kelimedir arkadaş. Kim bilir? Kullanıldığı yere göre değiştiği kesindir.
Ancak, arkadaşlık tıpkı bir nehir gibi, geçtiği yerin rengine bürünür; bazen berrak bir pınar gibi serinletir, bazen bulanık bir akıntı gibi sürükler. "Arkadaş" kelimesi, asker arkadaşı, yol arkadaşı, okul arkadaşı gibi birçok bağlamda kullanılır. Hatta bazen adını bilmediğimiz birine bile "arkadaş" deriz. Ancak her sesleniş bir köprü kurmaz; bazı kelimeler havada asılı kalır, yere hiç değmez. Günümüz gençlerinin sıkça kullandığı "kız arkadaş, erkek arkadaş" tabirleri de bu kelimenin geniş anlam dünyasına bir örnektir.
Öte yandan, arkadaşlık sadece güneşli günlerde yürünecek bir patika değildir. Bazen insan, dost bildiğiyle aynı gemiye bindiğini sanırken, aslında onun fırtınalı denizlerde dümeni kırık bir tekneye sürüklendiğini çok geç anlar. Boşuna dememişler: "Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim." İnsan, bazen farkında olmadan arkadaşının gölgesinde kaybolur, rotasını şaşırır ve neyi, nasıl kaybettiğini ancak sular durulunca fark eder.
Ne garip… Dostluk, kökleri toprağa uzanan bir ağaçken; arkadaşlık, rüzgârın savurduğu yaprak gibidir. Kimi yere düşer, kimi havada kaybolur. Dostun karşısında düşman durur, ama arkadaşlığın bir karşıtı bile yoktur. Belki de arkadaşlık, varlığıyla değil, yokluğuyla anlaşılır. Belki de arkadaşlık, insan ilişkilerinin puslu sınırlarında gezinen bir rüzgâr gibidir; dostluksa kök salmış bir çınar gibi, derin ve sarsılmaz.
Dostluk, insanın en eski yol arkadaşıdır. Dostluk, bir insanın ömrü boyunca yüreğini en iyi tanıyan yol arkadaşıdır. Tarihin ve edebiyatın tozlu sayfalarında, büyük ruhların yanında hep bir dostun silueti belirir. Gerçek dostluk, bir kelimenin ötesine geçip bir varoluş biçimine dönüştüğünde, tıpkı durgun bir suya düşen bir taş gibi, yankılar halinde çevresine yayılır. Bu yüzden, dinlerin uluları en zorlu anlarında dostlarının desteğiyle hatırlanır. Hz. Muhammed’in mağara arkadaşı Hz. Ebubekir, sadakatin sembolü olarak anılır. Hz. Ali’nin, tereddütsüz bir cesaretle Peygamber’in yatağına uzanışı, dostluğun en büyük imtihanlarından biri olarak hafızalarda kalır. Hz. Musa, Hz. İsa ve diğer peygamberlerin yanında da her zaman bir dost vardır; onların mezarları, adları, ziyaret ettikleri yerler, dostluklarıyla birlikte kutsallık kazanır. İnsan, hayatın karmaşasında kendine tutunacak bir dal aradığında, o dal dostunun elidir.
Felsefeciler, dostluğu anlamaya çalışırken, kelimeler birer anahtar gibi evrensel kapıları aralar. Platon ve Aristoteles, dostluğu adalet, özgürlük ve iyilik temelinde ele alarak ona derinlik kazandırmışlardır. Felsefenin soğuk ve keskin aklına rağmen dostluk, sıcaklığıyla onu kuşatır. Dost kelimesi bütünüyle bir felsefi kavram değildir; ama felsefe, onunla dost olmak ister. Dostluk ve felsefe, birbirine yaklaşır, birbirini tamamlar, ama asla tam anlamıyla örtüşmez. Çünkü dostluk, bazen akılla değil, yürekle açıklanır. Ve bazen bir dost, bin kitaplık felsefeden daha derin bir anlam taşır…
Bu üç kavram – adalet, özgürlük ve iyilik – üzerinde hemfikir olan felsefeciler, dostlarının başka biriyle dost olmasının, aralarındaki ilişkinin benzersizliğini asla sarsmayacağına inanmışlardır. Adalet, özgürlük ve iyilik, dostluğun temel taşlarıdır. Felsefeciler, dostlukları bu taşların etrafında şekillendirirler, ama her zaman anlamının derinliklerine inerler. Gerçekten de, dostluk felsefeyle ne kadar iç içe geçmişse, anlamını bulmak da o kadar derinleşir. Felsefi metinleri inceledikçe, dostluk kavramının ne kadar geniş ve farklı boyutlarda ele alındığını görmek mümkündür. Dostluk ve felsefe, birer biricik varoluş biçimi gibi, birbirinin ayrılmaz parçalarıdır. "Philos" kelimesi, aslında dostluk anlamına gelir; yani felsefe, dostlukla var olur. Peki dostluk nedir? Dost kimdir? Bu soruların cevabını felsefi veya dini metinlerde arayanlar, aslında cevapları kendi içlerinde bulmaya çalışırlar. Çünkü dostluk, sadece kelimelere sığmaz. Hayatlarına bakarak, kimlerle dostluk kurduklarını, nasıl bir bağ oluşturduklarını ve en önemlisi neden dost olduklarını sorguladıklarında, gerçek anlamı keşfederler.
Dost, kökeni Farsçaya dayanan ve samimiyetle, riyasız bir sevgiyle tanımlanan bir kelimedir. Dost, kelimelerin ötesinde, içtenlik ve saf bir sevgiyle tanımlanabilen bir varlıktır. Zıddı ise, en acı anlamıyla "düşman"dır. Ancak dostluk, sadece bu basit anlamla sınırlı kalmaz, çok daha geniş bir anlam taşır. Sevgili, yâr, canan; bunlar da dost kavramının içinde yer alır. İnsan bir şeye ilgi duyduğunda, o şeyle kurduğu bağda da dostluk arayışına girer: fakir dostu, kitap dostu, para dostu, aile dostu… Hatta bu kelime, uluslararası ilişkilerde bile yer bulur; dost milletler… Dostluk bazen evlilik dışı ilişkilerde de kendini gösterir. Orhan Veli’nin şiirinde, dostluğun karşısındaki ironiyi görmek mümkündür:
"Aynada başka güzelsin / Yatakta başka / Aldırma söz olur diye / Tak takıştır / Sür sürüştür / İnadına gel / Piyasa vakti / Muhallebiciye / Söz olurmuş / Olsun / Dostum değil misin?"
Dost, bazen saf sevgiyi, bazen de çözüm bekleyen bir yüce ideali simgeler. Eşrefoğlu Rumî, dostluğun kutsal yönüne değinerek, "Basiret gözünü açsın hakikat / Görsün ol ki nice dolmuş cihana delâlet-i dost" der. Tasavvufta ise "Allah dostu" tabiri, dostluk kavramının en yüce noktasına işaret eder. Bu dünyada dost arayanların en gerçek dostu Allah'tır; çünkü dostluk, yalnızca ilahi bir sevgiyle buluştuğunda en derin anlamını bulur.
Her şeyin kısa tarifini yapmak isterseniz, "dost" ve "düşman" kelimeleri, her iki kutbu da kapsayan bir anlam dünyası sunar. Dost ve düşman, hayatın içindeki kutupları simgeler. Dost bildiğiniz insanın ihanetine uğrayanlar, bunun acısını "dost kazığı" olarak tarif etmişlerdir. İlişkilerde ihtiyatlı olmayı salık verenler, "Dost var, düşman var" diyerek, insanın her adımını dikkatle atması gerektiğini hatırlatmışlardır. Bazen de, "Dostlar alışverişte görsün" diyerek, dostluğun yüzeydeki yansımasını dile getirmişlerdir. Sevdiklerinde görmek istedikleri güzellikleri "Dostlar başına" diyerek arzu etmişlerdir. Bu ifade, bazen kinayeli kullanılarak, kötü şeylerin dostlardan uzak olmasını dile getirmek için "Dostlar başından ırak" şeklinde kullanılmıştır. Dostunu, düşmanını tanımak, çevresindeki insanları anlamak isteyenler için ise, "Dostunu düşmanını tanı" öğüdü bir hayat kılavuzu olmuştur.
Dost kavramının en tatlısı, birisine dilden ve gönülden “dostum” diyebilmekte yatmaktadır. Dostluk, kelimelerin ötesinde bir his, bir bağdır; birine "dostum" diyebilmek, kalpten ve içten bir kabulün ifadesidir. Gerçek dostluk, ne kadar riyasız ve karşılıksız olursa, o kadar değer kazanır. Birilerine karşı sergilenen güzel davranışlar, dostça olduğunda gerçek anlamını bulur. Ancak dostane davranış, hiçbir beklenti olmadan, yalnızca içtenlikle ortaya çıkar. Bu tür bir dostluk, tıpkı saf bir su gibi, her türlü kirden arınmış, pürüzsüzdür.
Alışverişte dostluk başka şekilde ifade edilirken, dostluk, başka bir kavramla ilişkilendirilir. Alışverişte dostluk, bazen yüzeydeki bir etkileşim olarak şekillenir, ama dostluk, tüm varlığıyla çok daha derin bir bağdır. Dost canlısı insan, herkesin nasip olabileceği biri midir? Gerçek dostun yalnızca Allah olduğunu bilenler, bu derinliği sadece aşıklar mı keşfeder? Şairlerimizin şiirlerinde dostluk, her zaman derin izler bırakmıştır. Onlar, dostluğu sadece bir kelime olarak değil, hayatın ta kendisi olarak resmetmişlerdir.
Âşık olan, dostuna gül gönderir, der Karacaoğlan; dostluk üzerine düşüncelerini dile getirirken, Yunus Emre de Azrail’i çağırarak, “Hamle kılmadan gel gidelim dosta gönül.” diyerek dostun kıymetini vurgular. Gerçek dostluk, insanın kalbinde filizlenen bir güldür; zarif ama bir o kadar değerlidir. Karacaoğlan, dostuna gönderdiği bir gül ile bu inceliği anlatır. Yunus Emre ise dostluk uğruna ölümü bile aşılabilecek bir eşik olarak görür. “Hamle kılmadan gel gidelim dosta gönül.” diyerek, dostluk bağının hiçbir engel tanımadığını söyler. Dostluk, insanın ruhunu besleyen bir ışık gibidir; hayatın zorluklarını aşmada bir dayanak olur.
Cahit Sıtkı Tarancı, “Yaş Otuz Beş” isimli şiirinde dosttan ayrılığın acısını derinlemesine işler: “Hatırası bile yabancı gelir, Hayata beraber başladığımız, Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir, Gittikçe artıyor yalnızlığımız.” Tarancı, dostlukla ilgili derin acısını işlerken, dostun yokluğunun yalnızlığı nasıl derinleştirdiğini tasvir eder. Ayrılık, yalnızlığı daha da keskinleştirir; fakat dostluk, geride bıraktığı izlerle, yüreğimizin en karanlık köşelerinde bile ışıldar.
Dostluğu arayan ya da dost isteyenler için, dünyayı titretenlerin mısralarında ne fırtınalar yaşandığını anlamak zor değildir. Yavuz Sultan Selim’e ait olduğu söylenen şu kıta da bunlardan biridir. Kelimelerin seçilişi, dizilişi ve ahengi, sanki ömrünüzün bütün encamını gösteren bir duygu gibidir:
"Sanma Şâhım herkesi sen sâdıkâne yâr olur.
Herkesi sen dost mu sandın, belki ol ağyâr olur.
Sâdıkâne belki ol bu âlemde dildar olur,
Yar olur ağyâr olur, dildâr olur serdâr olur."
Yavuz Sultan Selim böyle seslenirken, ezeli rakibi Şah İsmail de dostluk ve muhabbeti taze tutan dizelerini nefis Türkçesiyle dile getirmiştir:
"Şah Hatayi’m şaha düştük,
Gam yükünü menzile saçtık,
Dost elinden dolu içtik,
Mesti hayran olduk bugün."
Pir Sultan Abdal’ın “Derdim çoktur hangisine yanayım / Meğer dost elinde ola çaresi” deyişini bilmeyenimiz var mıdır?
Pir Sultan Abdal, dostluğun yüceliğini, hayatın her derdinin dost elinde çözüleceğini belirterek vurgular. Dost, her dertle baş edebilecek gücü, içindeki saf sevgiden alır.
Nazım Hikmet, "Dostluk" adını verdiği şiirinde, insanla baş başa kalmanın yalnızca dostluk olduğunu ifade eder:
“Bir haber vermeden haberimizi alırsın,
Yedi yıllık yoldan kuş kanadıyla gelirsin,
Gözümüzün dilinden anlar,
Dilimizin sırrını bilirsin,
Namuslu bir kitap gibi güler,
Alnımızın terini silersin.”
Nazım, dostluğun derinliğini anlatırken, dostun sadece bedensel değil, ruhsal bir bağda da en derin anlamı taşıdığını söyler. Dost, zaman ve mesafe tanımayan, her an yanımızda olan bir varlıktır. Dostluk, öylesine derin bir anlayış ve kabulün ifadesidir ki, kelimelerle anlatılamaz.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, "Dostluğumuz" şiirinde, dostluğu ekmek gibi, su gibi, vazgeçilmez bir tat gibi tanımlar:
“Dostluk dediğin güzel bir kitap,
Hava gibi,
Su gibi,
Ekmek gibi,
Vazgeçilmez bir tat,
Sonuna kadar dayatmak şart.”
Bedri Rahmi, dostluğu en temel ihtiyaçlarımız gibi tarif eder. Dostluk, hayatın her anında olduğu gibi, hiçbir koşulda vazgeçilemez bir değer taşır.
Sait Faik Abasıyanık, "Kârlı Hava" şiirinde, dostluğunu içinden koparıp bir bahçeye dikmek gerektiğinden bahseder.
Sait Faik, dostluğu öylesine kıymetli görür ki, onu sadece içinden değil, varlığının her parçasından doğurur. Dostluk, bazen toprağa ekilen bir tohum gibi, büyür ve gelişir.
Aşık Veysel, sadık dostunu kara toprak olarak tanımlar:
"Dost dost diye nicesine sarıldım,
Benim sadık yârim kara topraktır."
Pir Sultan Abdal ise dostunun derdine katılarak, hasretini dile getirir:
"Ötme bülbül ötme, sen değil bağım,
Dost senin derdinden ben yana yana…"
Dost, sadece birlikte gülmeyi değil, aynı zamanda birlikte ağlamayı da gerektirendir. Dost, derdiyle dertlenendir.
Necip Fazıl da dostluk için mısra dökenler arasında başı çeker:
"Son gün olmasın dostum, çelengim, top arabam,
Alıp beni götürsün tam dört inanmış adam."
Bazı dostlar ise zaman zaman ilgisiz kalabilir. Fuzuli, bir şiirinde dostunun ihanetini dile getirir:
"Dost bî-pervâ felek bî-rahm ü devran bî-sükûn,
Derd çok, çok hem-derd yok, düşman kavî, tâli zebûn."
Aziz Mahmud Hûdayî, tasavvufî dostluğa dair ilahi bir özlemle şöyle der:
"Feryâd edersin rûzu şeb,
Bu derdine ne oldu sebeb,
Gülden ne eylersin taleb,
Dost gülşeninin bülbülü."
Dostluk, bazen öylesine derin ve zorlayıcı olur ki, ona ulaşabilmek için çile çekmek gerekir. Gerçek dostluk, emek ve sabır ister; bu, tıpkı bir gülün açması için gerekli olan çile gibi.
Mevlâna, dostluk kelimesini en çok kullananlardandır. Onun için dostluk, her şeyden daha yücedir:
"Mecnun değilim dost; lakin çağırırsan çöllere gelirim."
Git rüzgâr dostuma, onu nasıl sevdiğimi anlat;
Mutluysa usulca geri gel yanıma,
Mutsuzsa dostun her zaman yanında.
Unutmasın, yüreğim daima onunla."
Sözümüzü Şeyh Edebali’nin anlamlı deyişiyle tamamlayalım:
“Namertle dost olma, mertlik bilmez, yürek bilmez, dost bilmez.”
Dost, ancak yürekten gelen bir bağla var olabilir.
Meded ya DOST.