DİVRİĞİ’DEN YÜKSELEN UYGARLIK

Mengüçler Kimdir

Tarih bilginlerimizin Süryani-Ermeni tarihçilerinden alıntılayarak kendi kitaplarına düştükleri dipnotlardaki bilgilere göre, Malazgirt Savaşı’nı kazanan Alp Arslan, komutanları Artuk, Saltuk, Danişmend, Çavaldur ve Mengücek’e “Ne duruyorsu­nuz, aslan yavruları olunuz, Anadolu’yu fethediniz” demiş; onlar da tümenleri ve arkadan gelen on binlerce Oğuz-Türkmen göçmeniy­le sarp dağları, derin vadile­ri aşarak fetihler yapmış, ilk Türk beyliklerini kurmuş­lardı.

Selçuklu, Osmanlı daha doğrusu Türk tarihinde adı pek anılmayan, yokmuş gibi davranılan Mengücekliler, Mengüçler ya da Mengüçoğulları, Oğuzların Bayındır boyundan olup, 1080-1228 yılları arasında Yukarı Fırat (Karasu ırmağı) bölgesindeki Erzincan, Kemah, Şebinkarahisar, Gümüşhane, Zara, Divriği, Çemişgezek topraklarında hüküm sürmüşlerdir.

Necdet Sakaoğlu’na göre, Anadolu’nun ortasında 200 yıl hüküm sürmüş büyük bir sanatsal uygarlık kurmuş bu insanlar büyük olasılık “şah” sanlarından dolayı “Erdebil şahlarıyla” eş tutularak görmezden gelinmiş ve yok sayılmıştır. 

Divriği’de Sanatın Doruk Noktası

Divriği’nin parlayışı Mengücekoğulları’nın 1150’lerden 1250’lere uzanan yüzyıllık evresindedir. Kentin tarihsel kimliğini temsil eden kale, iki cami, kümbetler, dârüşşifa, bedesten, köprüler, su tesisi ve hamamlarla çevredeki kervansaraylar çoğunca bu yüzyılda yapılmıştır. 

Selçuklu kentleri Konya, Aksaray, Niğde, Kayseri ve Sivas’a oranla küçük olan ve anayolların da uzağında kalan Divriği, çağın kültür ve sanat düzeyini yansıtma yarışında adı geçen kentlerden geri kalmadığı gibi Anadolu Türk uygarlığının baş yapıtına sahip oluşunu işte bu Mengücek beylerine borçludur.

Adı geçenlerin zengin demir madenlerinden ve vergilerden edindikleri serveti, biricik kentleri Divriği’nin bayındırlığına harcamaları, 13. yüzyılda parlayan Konya, Kayseri, Sivas gibi büyük kentlerine oranla Divriği’nin, çağın kültür ve sanat düzeyini daha yüksek düzeyde ve özgün bir mimari donanıma kavuşmasındaki etken olmuştur.  

Dış dünyayla bağlantısız, dar bir coğrafyada yaklaşık iki yüzyıl tutunan Divriği Mengücekoğulları’nın şaşırtıcı gizemine, evrensel uygarlığa bıraktıkları anıt yapıtlara karşın tarih sayfalarında hak ettiği önemi bulamaması ilginçtir.

Mengüçoğulları’nın Tarihi

Türbesi Kemah’ta olan Mengücek Gazi’den (öl. 1118) sonra oğlu Emir İshak’ın, bölgesel çatışmalara katıldığını, İshak’ın da ölümünden (1142) sonra oğullarının paylaşım gerçekleştirdiklerini; Davud’un (öl. 1151) Erzincan ve Kemah’ta, Süleyman’ın Divriği’de, Selçuklu sultanlarının buyruğu altında kendi küçük devletlerini kurduklarını, buralarda yaşayan öteki halklar Ermeni, Rum ve Yahudilerin de yaşam haklarını koruyarak birlikte özgürce ve güven içinde yaşadıklarını biliyoruz.

Behram’ın kızlarından Melike Turan Melek, Divriği’de yaptırdığı, kendi adıyla babasının soylu kimliğini somutlaştıran, kuzeni Ahmed Şah’ın camisine bitişik darüşşifasıyla bilinir. Divriği’deki bu ortak Mengücek yapısı, günümüzde, dünyanın ve Orta Doğu’nun en görkemli mimarlık ve yontu anıtları arasında ilk sıradadır ve Anadolu’nun aydınlanma çağını simgeler.

Bu başyapıtın benzerini ya da üzerini, Anadolu sultanları Keykâvusların, Keykubadların, Konya’da Kayseri’de Sivas’ta yaptıramayışları; bunu Divriği kentinde Mengücek melikesinin yapması da bu uygarlığın gelişmişlik düzeyini kanıtlıyor.

Mengücek Kalesi

Yine Mengüceklilerin baş yapıtlarından Divriği kalesinin Fırat’ın kollarından Çaltı suyunun güney yakasındaki uçuruma yapıldığını görüyoruz. O dönemde yapılan Divriği, Kemah, Harput, Eğil, Şebinkarahisar ve Niksar kalelerinin, aynı dönemde İngiltere’de örnekleri görülen Norman biçimli kalelere benzeyişlerini açıklamak zor. Mengücek Kalesi de Ahmed Şah-Melike Turan Melek’in eşsiz yapıtı gibi bir değerde.
Ne yazık ki, 2007 yılında başlayan restorasyon ile 850 yıllık Kale Camisi çimentoyla, çinkoyla, mermerle, plastik boyalarla tarihsel anlamda yok edilmiştir. Yine, Mengücek soyunu tanıtan yazıtıyla dikkati çeken ve Asya kurganlarını anımsatan Sitte Melik Türbesinde de yazılar silinmiş, lahitler kaldırılmış, 14. ve 15.  yüzyıl aile mezarları da bilinçsizce yok edilmiştir.  

Evrensel Kültür Mirası: Ahmed Şah- Turan Melek Külliyesi

UNESCO Kültür Kurulunun 1985’te belirlediği ilk “Dünya Kültür Mirası” listesinde Türkiye’den seçilen üç varlıktan (ötekileri İstanbul Tarihi Yarımada ve Kapadokya) biri Divriği Ahmed Şah Turan Melek Külliyesi’dir. Dünya genelindeki ilk tescil listesinde bu yapıt 144. sırada yer almıştır.

İspanya’daki Elhamra’dan(14. yy)   Hindistan’daki Taç Mahal’e(17. yy) uzayan İslam uygarlıkları eksenindeki en eski ve onlar kadar değerli, Anadolu Selçuklu çağından özgün yapısıyla korunabilmiş tek anıt yapı olan Divriği Külliyesi, kendi kültürümüzün ve İslam dünyasının baş yapıtıdır.

Darüşşifa ’nın taç kapısındaki yazıtta “Bu mübarek darüşşifanın yapılmasını kutlu melik Fahreddin Behram Şah’ın kızı adaletli melike Turan Melek, 626 (1228) yılının bir ayında buyurdu” yazmaktadır.

Yanıtsız Sorular

Belirttiğimiz gibi, Selçuklunun büyük sultanları Keykâvus’un, Keykubad’ın bile daha üstünü ya da benzerini Konya’da, Kayseri’de, Beyşehir’de yaptırmadıkları, sanatsallığına olağanüstü ağırlık verilmiş böylesine iddialı ancak zengin sultanların göze alabileceği bu büyük ve çok pahalı yapı neden Anadolu’nun küçük bir kentinde yapılmıştı? Bunu yaptıran gelir, zenginlik nereden sağlandı? Yapım işini üstlenen ve imzaları bulunan bu gizemli Ahlatlı, Tiflisli ve başka memleketli sanatçıların adlarına ve izlerine bir başka yapıtta neden bir daha rastlanmadı? Neden Mengüçoğulları Türk tarihinde yeterince anılmamıştır? Bu soruların somut yanıtlarını şimdilik bulamıyoruz.

Uygarlığın Adresi

İslam anlayışında hiçbir dinsel yapıda bu denli figür, betimlemenin olmadığını ve küçücük bir kentte yaratılan yapıtları düşündüğümüzde, Mengücekoğulları’nın yaşadıkları döneme göre ileri derece açık görüşlü, aydın, hoşgörülü ve sanatsever bir toplum olduğu görülüyor.

Bizim başka kültürlerde aradığımız uygarlık; Divriği gibi küçük bir yerde bundan 800 yıl önce yapılan Divriği Ahmet Şah Camisi ve Turan Melek Darüşşifası yapılarının bugün bile dimdik ayakta olması, bu yapıların üzerindeki süsleme ve bezemelerdir, ki bu süsleme sanatı, kadın figürleri, kartal simgeleri bugün bile taklit edilemez nitelikte olup, kendinden önceki tüm kültürlerin etkilerini içerirler.

Anadolu tarihinin en görkemli ve özgün yapısının, Türk İslam sanatının doruk noktasının, bir anıt yapıtının bir kadın buyruğu ile küçük bir yerde yapılması bir rastlantı değildir.

İşte uygarlık denilen kavram, sıradan bir Anadolu kentine çağının en görkemli ve sanatsal anıtını, bir “kadın sultan” buyruğuyla dikebilme gücüdür. Sahiplenmemiz gereken uygarlığımızın ve geçmişimizin adresi belli iken ne yazık ki, geçmişte olduğu gibi günümüzde de onları ve evrensel kültüre bıraktığı mirasını görmezden gelmeyi ve ilgisiz yerlere savrulmayı sürdürüyoruz.