Efendim, her fırsatta söylerim; eskiden dergȃhların girişindeki sağ duvarda “Edep ya hu” yazısı karşılardı insanları.
Edep kural demektir. Edepsizlik “Kuralsızlık” anlamına gelirse de dergâh duvarındaki yazı “Toparlan ve buraya uygun davran!” demekti. Gelen kim olursa olsun, dergâha usturuplu girmeyi ve içeride edepli davranmayı tembihliyordu yazı.
Dergâhtan çıkarken de “Bu da geçer ya hu” yazısıyla uğurlanırdı insanlar.
Bu ifade çileyi görüp korkanlara teselli mahiyetindeydi.
Elbette konumuz dergâh veya tarikatlar değil. Dikkat çekmek istediğimiz husus yalnızca bu tür yerlere girerken kurallara riayet etmek, edepli olmak değil; hayatımızın her anında kurallara riayet etmek ve tam da bugünkü anlamıyla “Edepli olmak”tır.
Sokakta, trafikte, AVM’de, otobüs durağında-otobüste, dolmuşta, okulda-sınıfta, dergâhta, camide, meyhanede; hasılı toplumla birlikte olunan her yerde edepli olmak.
Bu aynı zamanda kendi hakkına razı olmak, başkasının hakkına tecavüz etmemek; saygılı ve sevgili olmak demektir.
Geçmişte “Adab-ı muaşeret” denilen, günümüzde “Görgü kuralları” diye ifade edilen; hem millî, hem de milletlerarası tarafı bulunan; insanların toplum içinde nerede ve ne şekilde davranmaları gerektiğini ortaya koyan kurallar vardır. Bu kuralların mahallî, millî ve milletlerarası boyutları toplumun fertleri tarafından bilinir ve çoğunlukla da bu kurallara uyulur.
Ancak maalesef, günümüz toplumunda bu kurallara herkesin uyduğunu ve toplumun tamamının “Görgülü” olduğunu söylemek zor.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, sokakta, trafikte, AVM’de, otobüs durağında-otobüste, dolmuşta, okulda-sınıfta, dergâhta ve hatta mabedlerde dahi bu görgüsüzlere rastlamak mümkün. Oysa biz töresi olan bir milletiz. Töremiz nerede ve nasıl davranacağımızı belirlemiştir.
Mesela bizim öğrenciliğimizde ilk, orta, lise veya üniversite; hangi kademede olursa olsun, öğrencilerin öğretmen karşısında ayak ayak üstüne atarak veya kaykılarak oturması hoş karşılanmazdı. Böyle bir şey de vaki olamazdı zaten. Bugün bu töreyi uygulayanlara en hafifinden geri kafalı diyorlar.
Töremizde selam vermenin; oturmanın-kalkmanın, camiye, eve, helaya girmenin- çıkmanın ve oralarda hareket etmenin adâbı vardır.
Bu kurallar biraz unutulmuş olsa da, şükür, halen devam edenleri vardır. Mesela, birinin odasına, makamına destursuz girilmez ve o mekânın sahibi “Buyurun oturun” diyerek yer göstermeden oturulmaz. Bu hem Türk töresine ait, hem de cihanşümul-küresel bir davranış, bir görgü kuralıdır.
Her toplumda, özellikle de Türk toplumunda yaşınıza, mevkiinize göre kime nasıl hitap edeceğiniz, ne zaman ve nasıl konuşacağınız bellidir.
Mesela bir öğrenci öğretmenine, bir küçük büyüğüne “Siz beni yanlış anladınız” diyemez, dememelidir.
Eğer derse bu şu demektir: “Sen yanlış anlamaya meyilli, salağın, geri zekâlının birisin. Ben gayet güzel anlattığım halde beni anlamadın.”
Oysa edepli, görgülü biri: “Afedersiniz doğru ifade edemedim. Aslında şunu kastediyorum” demelidir.
Maalesef günümüzde olur olmaz yerlerde, olur olmaz zamanlarda, olur olmaz sözler sarf edenleri hayretle görüyor, izliyoruz.
Bilgisi olmadığı halde bir konu hakkında ahkâm kesenler, yetkin olmadığı halde yetkinmiş gibi hüküm koyanlar; çırak dahi olamayacakken usta gibi konuşanları çok görüyoruz.
Hani demiştik ya futbol seyircisi veya taraftardır ama hem hakem hem antrenör hem de futbolcu gibidir.
Bazı insanlar kendini nimetten sayar, bazıları da kendini “Ali Desidero” zannederler.
Bazı alanlar vardır ki, aynen futbol örneğinde olduğu gibi, her bir şahıs kendinde söz söyleme hakkı bulur.
Mesela, müzik böyle bir alandır. “Müzik insanın özgürlük alanıdır”. Ancak bu böyledir diye her insan kendini müzisyen veya müzik alanında bilim adamı yerine koyamaz.
Oradan buradan bilgi-nota hırsızlayıp, bakla bakla nota ve yazı dizenler; “Benim eşek yüküyle kitabım var” diye dik dik sahra gezenlerden tutun da; tarlada, sabanda, ahır seküsünde (Seki) veya hamamda iki melodi mırıldanmış bulunan; eline aldığı çalgıdan iki ses çıkarıp kendini usta zannedenlere kadar sürüyle “Muhterem” var.
Hele bazıları var ki; ustaları, ataları hiçe sayarak kendisini öne çıkarır ve hatta ustalara dil uzatırlar.
İşte bunlar adabı hiçe sayan, kerameti kendinden menkul, kuru fasulye dahi olamayacak yaratıklardır.
İşte bu “Homo işbilirikus”lara: “Destursuz bağa girenler!” diyoruz.
Esen kalınız…