Ülkemizde son yıllarda tartışılan konuların başında Suriye'deki savaş yüzünden ülkemize sığınan "Suriyeliler Meselesi" gelmektedir.
2011 yılında başlayan süreçle birlikte ülkemize resmi rakamlarla 5 milyonu, diğer ülkelerden gelen sığınmacılarla beraber 10 milyonu geçmiş sığınmacıdan söz edilmektedir. Suriyelilerin Türk nüfusuna oranının yüzde 7-8 kadar olduğu ifade edilmektedir.
"Arap Baharı" adı altında Irak'ta uygulanan proje Libya ve Suriye dâhil çeşitli Arap ülkelerinde uygulanmaya çalışıldı. Büyük Orta Doğu Projesi (BOP)olarak başlatılan plan enerji ve su kaynaklarının kontrolünü ele geçirme meselesinin yanı sıra, "Büyük İsrail Projesi" ile de bölgede dirençli iki devlet olan İran ve Türkiye'ye yönelik hesaplar bu projenin ana konusunu teşkil etmektedir.
Suriye’nin dağıtılması ile Irak'ın kuzeyinde oluşturulan yapının bir benzerini Suriye'de gerçekleştirme çalışmalarına ortam hazırlandı.
Vahşi, kafa kesen ISID'a karşı diğer eli kanlı örgüt PKK’nın Suriye'deki kolu PYD/YPG birlikleri ABD tarafından desteklendi. İslam dünyasının kanları ve kaynakları üzerinden egemenlik mücadelesi yapılmaktadır. Suriye'nin sünni Arap ve Türkmen nüfusu ülke dışına çıkarıldı. Suriye'de rejimin dışında PYD kontrolünde ABD ve İsrail güdümünde bir yapı kuruldu.
Süreç içinde Türkiye’yi iç kargaşaya sürüklemesinin yapı taşları döşendi. Amaç GÖÇ POLİTİKASI yoluyla Türkiye'nin nüfus yapısını değiştirmektir. Birinci Dünya Savaşında uygulanan "SYKES PICOT" projesinin bir benzerini önümüzdeki yıllar içinde hayata geçirmektir. Suriye savaşı araç olarak kullanılmış Türkiye’nin başına 10 milyonu geçen sığınmacı musallat edilmiştir.
Tarihte göç ve sığınmacılar üzerinden ülkelerin sosyal ve siyasi kaderinin nasıl değiştirildiğini anlamak zor değildir. Önümüzdeki esas mesele Irak, Suriye dâhil Türkiye'yi ilgilendiren "Böl, parçala, yönet " siyasetine karşı milli varlığımızı ve devletimizi ayakta tutma meselesidir.
Bu kaostan kazananlar da elbette vardır. En başında İsrail geliyor. Hiç bir yükümlülüğü olmadan ABD’yi yönlendirip 1948’den beri en yüksek stratejik güvenliğini sağlamıştır. BOP projesi tıkır tıkır işliyor. Ülkemizi sığınmacılar üzerinden istila ederek demografik yapımızı bozmak isteyenler, ülkeye girişleri serbest, çıkışları yasak olan “Geri Kabul Antlaşması" gibi bir garabeti de milletin sırtına kene gibi yapıştırmıştır. Türkiye bu meseleyi romantik, hümanist söylemlerle geçiştiremez artık. İş ensar-muhacir söylemlerinin ötesinde milli güvenlik sorunudur. ABD’nin Afganistan'da kullandığı gençlerin gruplar halinde elini kolunu sallayarak, sınırlarımızı kevgire çevirerek girmeleri tam bir rezalettir. Sağlık ve eğitim masrafı yapmadan, vergi vermeden ticaret yapan, ülkenin huzurunu bozan sığınmacıların güvenlikleri sağlanarak ait oldukları yere (yani vatanlarına) geri gönderilmesi kaçınılmaz hale gelmiştir.
Tüm bunları görmezden gelmek milletimiz için ekonomik, sosyal, kültürel, güvenlik ve demografik yapı bakımından tam bir BEKA SORUNUDUR.
ABD’nin Cumhuriyetçi senatörü Lindsey GRAHAM Suriye meselesinde; "Trump bana bilmediğim bir şeyi anlattı:”
1- İran, Suriye’de boşalacak alanlara yerleşmeyecek.
2-Deaş tamamen yok edilecek.
3-Kürt müttefiklerimiz korunmuş olacak.
Bu açıklamalar ABD’nin PKK/PYD üzerinden özerk fakat kukla Kürt devletinin kurulması projesinin değişmediğini, terör örgütlerini desteklemeye devam edeceğini açıkça göstermeye devam ediyor. Eğit-donat projeleri Türkiye’ye doğrultulmuş silahlardan başka bir şey değildir. Kırk yıldan beri etnik bölücü PKK terör örgütü ile amansız bir mücadele verilmişken, milletin çeşitliliği ve zenginliğini yansıtan yeni bir anayasa söylemleri milleti kabile ve aşiretlere bölmekten, milliyetsiz vatandaş yaratmaktan, milli devletten vazgeçmekten başka bir işe yaramamaktadır.
Sonuç olarak; “Tarihten ders almayanların, millet kavramını çeşitlendirme heveslerinin yine hayal kırıklığı ve hüsranla sonuçlanacağı muhakkaktır.”