BİR GARİP KÖY HİKAYESİ…

   Geçen yaz tatilinde çok sevdiğim bir dostumdan duyduğum bir hikâyeyi bu hafta sizlerle paylaşmak istiyorum. Benzer durumlar da şu veya bu şekilde belki kulağınıza çarpmıştır. Zira ben duyduğumda yüzümde tebessüm aklımda sorular oluşmadı desem yalan olur. Varın sizde kendiniz karar verin.

   “ Zamanın birinde uzak diyarlardan bir diyarda kendi hali yettiğince yaşamaya çalışan bir grup insan evladı varmış, hikâye bu ya iyiler ve kötüler de tabi ki bu hikâyenin kahramanları olmuşlar…

    Bu köyde sürülecek tarlalar, ekilecek bağlar, yapılacak yollar vesaire vesaire bir sürü iş varmış… Köylüler bu işlerin yapılmasını sağlamak için sözde kendi iradesi ile idareci seçer, idareci de kâhyalardan bir ekip kurar, kendi kafasına göre işleri yapmaya sözde gayret edermiş… Belli bir dönem için görevlendirilen bu idareci, kâhya seçerken, liyakatten çok kendi emirlerini sorgulamadan yapacak, otur deyince oturacak, kalk deyince kalkacak tiplerden olmasına da özellikle dikkat edermiş… Kâhya da ekibini kurarken tıpkı idarecinin tercihinde olduğu gibi, başı eğik, sorgulama ve yeterlilik meziyetini kazanmamış karakterleri tercih eder olmuşlar… Kimi kâhyalar insan evladı olup iyi işler yapmak için çabalasa da, genel görünüm hiç de olumlu olmazmış… Çevre köyler on adım ilerlerken bizim köy iki ileri bir geri mehter misali debelenip dururmuş…

    Bu hengâme içinde yeni göreve gelen bir kâhya, idarecinin gözüne girmek, daha yüksek sedirlerde yer kapmak için mi; adına ne derseniz deyin, köyünde idare heyetinin içindeki işleyişi de pek bilmediği için, başlamış yıkıp dökmeye… Kâhyanın etrafını saran yıkama ve yağlama ekibi, onu istediği gibi yönlendirirlermiş, eski kuyruk acısı mı dersiniz, nefs tatmini mi dersiniz varın siz karar verin…

    Taze kâhya, sorumluluk sahasında olan tarlaları yıkama ve yağlama ekibi ile dolanırken bir de ne görsün! Marabalar tarlada yok… Olacak iş mi… Nefs ile Şeytan el ele vermiş başlamış, bizim küçük kâhyamızı dürtüklemeye… ya idareci buraya bakar da, bizim marabaları burada göremezse ben ne cevap veririm!.. Ne bilecek marabaların nerede olduğunu, “belki acil bir durum vardır… Belki hacet gidermeye gitmişlerdir… belki çağası çoluğu için bir yerlere gitmiştir…” bunları düşünmeden hemen yanındakilere ferman vermiş, gücünü göstermeye gayret etmiş, yollamış habercisini… oysa biraz düşünse tarlada olması gereken bir çok şey eksik… ne doğru dürüst oturacak bir sedir, ne tarlayı sürecek bir hacet, ne elektrik, ne su… zaten ortalığı pislik götürüyor, temizlik için görevlendirilen bir maraba bile getirtemiyormuş bu tarlaya… gücünün kime yettiğini düşünüyorsa ona yüklenmeye gayret ha gayret…

    Aradan günler geçmiş ama bizim kahya yine bu tarlalara takmaya devam etmiş, hiç düşünmemiş kendinden önceki kahyaların sonunu, köyde gezecek yüzlerinin kalmadığı aklının ucuna dahi gelmemiş, ayrıca marabaların bir hatta birkaç büyüklerinin olduğunu da bilmiyormuş, çok zorda kalan marabalar gerekirse şehir merkezine gidip olayları anlatıp, kahyaya söyledikleri sözleri de sık sık afiyetle yediriyormuş bu bölgede… bunu kendisine söyleyen de olmayınca nereden bilecek zavallı… Ne diyeceksin, bir müddet sonra yine her şey eski tas eski hamam durumuna dönecekmiş… çünkü bu köyde bu muhabbetler ilk defa yaşanmıyormuş, belli aralıklarla bu şekilde benzer durumlar yaşanıp gidermiş… Bunu hancı olan marabalar bilse de sonradan köye gelen yolcu kâhyalar bunu bilmezlermiş… Nee diyelim… aluşurlar… aluşurlar…”