Delik deşik olmuş sınırlarımızdan giren milyonlarca mülteci, sessiz sedasız ülkemizi işgal etmektedirler… Hafızamızı küçük bir zorladığımızda sınırlarımızın normalde geçilmesi çok zor olan “Mayın tarlaları” ile korunduğunu hatırlayabilirsiniz. Ancak ne hikmetse mayın tarlalarının temizlenmesi, temizlenen arazilerde tarım yapılması birden birilerinin aklına gelmiş, her işimizi bitirmişiz, ekilmeyen veya sulanmayan bir karış toprağımız yokmuş gibi; sınırlarımızı koruyan mayınların temizliği pek bir önem kazanmış…
Dünyada kısaca “Ottawa Sözleşmesi” olarak bilinen; “Anti Personel Mayınlarının Kullanımının, Depolanmasının, Üretiminin ve Devredilmesinin Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme”, 4 Aralık 1997 tarihinde Ottawa’da (Kanada) imzaya açıldı. 1 Mart 1999 tarihinde de yürürlüğe girdi.
Mayın Yasaklama Anlaşması 1999’da yürürlüğe girdiğinden beri, 33 taraf devlet tüm anti personel mayınlarını kendi topraklarından temizlediğini bildirdi.
Anti personel kara mayınlarının kullanımı, üretimi, depolanması ve naklini yasaklayan 1999 tarihli Ottawa Antlaşmasını 162 ülke imzaladı. Aralarında ABD, Rusya, Hindistan, Pakistan, Çin, Myanmar, Kuzey Kore ve Suriye olmak üzere 35 ülke anlaşmaya taraf değil.
Türkiye'nin "Anti-Personel Mayınların Kullanımının, Depolanmasının, Üretiminin ve Devredilmesinin Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ye (Ottawa Sözleşmesi) katılmasına ilişkin yasa, 12 Mart 2003 tarihinde TBMM'de kabul edildi.
Türkiye gibi stratejik bir yol üzerinde bulunan bir devletin, böyle bir anlaşmaya imza atması gerçekten çok hayret verici. Avrupa’ya göç yolu üzerinde bulunan bir devlet sınırlarını korumak için her türlü yolu denemesi gerekmektedir. İnsani durumlarda oluşabilecek göç dalgası, sınır kapılarına yönlendirilerek, kontrolsüz geçişin önüne tamamen geçile bilinirdi. Niteliği, sayısı bilinemeyen göç dalgası sonunda, sorunlar yumağı olmuş bir durumu kucağınızda bulmanız kaçınılmazdır.
Asıl meselenin Avrupa’ya akın etmesi düşünülen milyonlarca göçmenin duraklatılacağı, onların büyük bir kısmının kalmasının sağlanacağı bir durum oluşturmak için ülkemizin hedef seçilmesidir. Zaten toplum olarak mazlumların yanında olduğumuz aşikâr. Bir de ülkemize yerleşen milyonların doğum hızları göz önüne alındığında; artık durum göçmen olayından çıkmış; kapsamlı bir işgale doğru devşirmiştir. Göçmen olarak gelen insanların ülkesindeki sorunlar çözülse bile, artık bu insanlar geri gitmek istememektedirler. Toplum değerlerimiz ile uyuşmayan yapıları, ileride çok büyük sorunlar doğuracaktır.
Göçmenlerle ilgili kararlar kimsenin iki dudağı arasına bırakılmamalı… Referandumun bu olaya en iyi çözüm olacağı kanaatindeyim. Eğer bu işin faturasını bu millet ödeyecekse; kalmalarına ve gitmelerine de bu millet karar vermelidir.
Yaşanılacak sosyal olayların sonucunu tahmin etmek bu noktada hiç de zor değildir. Uluslararası kanunların uygulanması noktasında ise devletimizin çıkarı neyi gerektiriyorsa ona göre davranması gerekmektedir. Milli çıkarlarımıza faydası olmayan, uluslararası bir antlaşmadan çekilmek, her Türk vatandaşının kabul edeceği bir eylem olacaktır. Önce Ailemiz, önce İlimiz, önce Milletimiz, önce Ülkemiz, önce Devletimiz. Aksini iddia edenlere göndereceğimiz milyonlarca mültecimiz bulunmaktadır. Yaş yaş, boy boy, her cins…