AYAZMA’DAN CİHÂNGÎR’E (2)

Kabataş Tramvay hattından Karaköy istikametine doğru yürümeye başladık. Deniz kenarında kalmayı başarabilen Sinan’ın nadir camilerden olan Molla Çelebi camisini karşımıza alıp hemen sağa dönmüştük. Sonradan anladım ki Karaköy’e kadar Taksim’e kadar birkaç ara yol hariç merdivenle çıkılıyor. Dayan dizlerim dayan.

Şehir hayatı da olsa yalnız yürümek insana kasvet verir. Yürürken yanımda biri olsun isterim. “Yürümenin Felsefesi” isimli kitapta okuduklarım ile benim istediklerim arasında büyük fark vardır. Bana göre yalnız yürümek delilik gösterisi gibidir. İnsan yanında bir ses veya nefes ister. Sıra dışı olanlar yalnız yürümeyi tercih edebilirler. Sıra dışı olmak herkesin harcı değil elbette. Yalnız yürümenin zararlı olduğunu düşünenlerdenim. Yürürken insanın ruhunun da yürüdüğü ve yorulduğunu düşünürüm. Ayrıca paylaşmak kadar insana haz veren başka bir duygu daha var mıdır? Paylaşırken gönlümden geçirdiklerimi de yalnız bırakmam. Bu yürüyüşte yalnız değildim. Bunları bu sebepten yazdım. Refiğimin merdivenlerde sıkıntı yaşadığını görünce pişman oldum. Üstelik şeker hastalığı da var. Çık işin içinden. Cihângîr Camisi merakı bize pahalıya patlamaz inşallah. Sahibine sığınarak yokuş yukarı merdivenleri tırmandık. Burada yaşayanlar her gün bu merdivenleri nasıl tırmanıyorlar? Garip bir duygu geçti içimden. Tam bulutlara yaklaştığımızı zan ettiğim zaman merdivenler bitmişti.

Önümüzde asumana kadar çıkan merdiven ha biter ha bitti diyene kadar ben 400 siz 500 deyin basamakları tırmanana kadar topuklarımıza kadar terledik. Aşağıda kalan apartmanların tepesinde gibi görmeye başladık kendimizi. Tam bitti derken yanlış geldiğimizi anladık. Meğer burası Gümüşsuyu imiş. Merdiven bitiminden sola dönerek haylice yürüdükten sonra camiyi bulacağımız yolu ancak bulduk. Bilmediğim yerlerde her zaman içimi ısıtan tebessüm ettiren yüzler bulacağıma inananlardanım. Bu sefer de böyle oldu. Uzaktan Üsküdar’ı, Adaları, Uludağ’ı, gece ve gündüz seyreden neredeyse tamamına yakını köhneleşmiş binalar üstünüze yıkılacak gibi duruşları kasvet veriyor. Heyecanlı olmamın bu kadar merdiveni tırmanmamın bir sebebi vardı. Cihângîr, I. Süleyman’ın Hürrem’den olma oğlu. Kaynakların yazdığına göre ağabeyi Mustafa’ya hayran dizinin dibinden ayrılmayan naif ruhlu sevgi dolu bir çocuk. Ağabeyinin babası tarafından siyaseten ortadan kaldırılmasını hazmedememiş ve kısa zaman sonra hastalanarak vefat etmiştir. I. Süleyman oğlu Cihângîr için bir cami yapmasını istemiştir. Günümüze kadar gelen caminin orijinal halinden kalanlar elbette vardır. Cami Üsküdar’ı dahası Marmara’yı, adaları ve Uludağ’ı sis yoksa rahatlıkla görüyor. Yahya Kemâl Üsküdar’a Cihângîr’den bakarak “Hayal Şehir” şiirini yazmıştır. Yahya Kemal yaşasaydı aynı şiiri yazar mıydı? Üsküdar’ın sahilini daha doğrusu Üsküdar’ı süsleyen Mihrimah Sultan, Valide-i Atik ve Ayazma camileri hanım sultanlar adına yaptırılmıştır. Bunlardan Mihrimah Sultan caminin denizden dikkatlice bakanların birçok duygu yaşayacaklarından eminim. Ayazma da öyledir.

Burhan Felek, “Hayal Belde” İstanbul kitabını okuduktan sonra eski Üsküdar’ı hatırlatan sadece minareler ve kubbelerle ayakta kalan camiler olduğu görülüyor. Yıkamadıkları camilerin civarına yapılan sakil disiplinsiz zevksiz binalar koca değerleri görünmez hale getirmiştir. Şaheserlerimize niçin bu kadar kayıtsızız. Cihângîr camisini görünce şu kanaate vardım. İstanbul Sinan şehridir. Sinan’ı çıkarırsanız geriye ne kalır varın hesaplayın. Kılıç Ali Paşa Camii bu söylediklerime şahitlik edecektir. Karaköy duvarlarını süsleyen güzelim çeşmelerden akan suları anlatan yazarları keşke okumasaydım. Karaköy ve civarını “Ben Deli miyim” isimli romanında anlatan Hüseyin Rahmi yok edilenleri görebilseydi ne yapardı?

Sinan, beylikler döneminden kalan cami ve tarihi eserleri aslına uygun tamir edip sağlamlaştırdığını da biliyoruz. Sinan’ın eserlerini tamir edenlerin aynı hassasiyeti taşıdıklarını bilemiyoruz. Cihângîr de defalarca tamir edilenler arasındadır. Şehzade Cihângîr adına yapılması bakanların nazarında soluk benizli hastalıklı bir çehre görüyorlar mıdır? Caminin elbette hamamı ile birlikte diğer kısımlarını görmek imkânsız. Hangi sakil apartmanın duvarlarına payanda olmuşlardır kim bilir?

Bu semtin nüfus yapısı hakkında bilginizin olduğunu düşünüyorum. I. Süleyman ile Sinan’ın caminin yeri hakkında ne konuştuklarını tahmin edebiliyorum. Cihângîr semti de Şehzadenin hatırınadır. “Hayal Şehir” şiiri, Şehzade Cihângîr’in hazin hayatı ve Harputlu Burhanettin bu yaşta bize bunca merdiven tırmandırdı. Harputlu Burhanettin efendinin hala sevenlerinin olduğu görülüyor. Cihângîr camisinin zamanı hale dayanarak bugüne kadar gelmesinin sebebi Harputlu Burhanettin midir? Camiye ve çevrede yaşayanlara tekkesinde 50 sene irşâd ve himmet vazifesi gören Harputlu Burhanettin Efendi’nin caminin mermer vaaz kürsüsünden kim bilir neler anlatmıştır. Harputlu Burhanettin Efendi bütün ömrünü burada geçirdi. İrtihalinden sonraki hayatı da caminin haziresinde hamûşana karışarak ziyaretçilerini bekliyor.

“Hayal Şehir” şiirdeki ifade ile gurup vakti de olsa şairin gördüğü eski Üsküdar olmadığını herkes görebilir. Eski mutantan şarkın yerine keşke şiirdeki fakir Üsküdar ayakta kalsaydı. Fukara evlerin lambaları olsaydı keşke dilemek geliyor içimden ama buna da çare yok. Batıda kaybolan güneş ile ateşten yapılmış fani binaların yok oluşlarının yerine ne yazılabilir ki. Eskiye hasretle anmak insani bir duygudur. Geri getirmenin de mümkünü yoktur.

En iyisi gözümüzü kapayarak caminin ihata duvarına yaslanıp şiiri okumaktır. Bir de eskiyi hayal ederek ruhlarına Fatiha okumak kaldı bize.

Merdivenleri tırmandığıma sevindiğimi söylesem inanır mısınız? Bir belde ancak gezerek tanınabilir. Aşağıya inmek kolay olacak nasılsa.