Dünya’nın belki de en güzel coğrafyasına sahip, dolayısıyla jeopolitik ve stratejik öneme haiz olan ülkemiz, siyasî alanda defalarca darbelerle sınanmış bir geçmişe sahip. Bu darbe dönemlerinden belki de en kanlısı 12 Eylül 1980 darbesi…
O günlerde Ülkücü ve Devrimci olarak adlandırılan kesim, bugün geçmişe dönülüp bakıldığında, “o dönemin”; ülkenin barış ve huzur ortamını bozmak için kurgulanmış bir senaryonun eseri olduğunu görüyor ve dile getiriyor artık.
12 Eylül’ün 41. Yılı’nda darbe dönemini yaşamış, o günlerin endişe ve tedirginliğini hissetmiş, acısını tatmış insanlarımıza o günkü ortamı ve olan biteni sorduk. Bakın, neler anlattılar…
Ali KOÇ; “ZALİMCE TALİMATLARLA VERİLEN İDAM KARARLARI...”
“Yıldönümlerinde yazılanlar ve konuşulanlar, bizi 12 Eylül'ü doğru anlamadığımız, en önemlisi doğru anlatamadığımız sonucuna götürmektedir. 12 Eylül'den önceki günlerde bir yandan hayatî tehlike ile karşı karşıya iken, bir yandan da çok yakın eğitimci-yönetici arkadaşlarımızı terörün kurşunlarına kurban vermenin acısını yaşıyorduk. Elazığ'da aynı günde sağdan ve soldan sebebi ve tarafı olmadığımız bir kavganın sonunda 5 (Beş) kişinin öldürüldüğünü çok iyi hatırlıyorum. Bu gidişin böyle sürmeyeceği âşikârdı. Allah korusun, çok daha kötü günlere, bir iç savaşa doğru gidilebilir, vatanın bütünlüğü, hatta bağımsızlığı tehlikeye düşebilirdi.
12 Eylül Cuma günü saat 04.30'da dönemin, kısa adı ÜLKÜ-BİR olan Ülkücü Öğretmenler Derneği'nin Başkanı telefonla aradı. Bana kısık bir ses tonuyla; "İhtilal oldu, askerler beni almak için geldi, kapıda bekliyorlar, sana haber vereyim." dedi ve telefonu kapattı. 12 Eylül ile birlikte ülkede terör ve anarşinin bir anda bıçakla kesilir gibi sona ermesi ve can güvenliğimize yeniden kavuşmak, bir rahatlama getirmişti. Ama kaybedilen canların, yıkılan yuvaların, ateş düşen ocakların acısı yüreklerimize çökmüştü. Daha sonraki günlerde, 12 Eylül yönetiminin kararıyla Elazığ'da görev yapmam sakıncalı görülerek Uşak'a sürgüne gönderildiğimde "Önemli değil, memleket bir badireden geçerken benim de payıma sürgün düşmüşse, vatanın her köşesi bizim için mübarektir. "diyerek gitmiştim. İlerleyen zamanlarda zulme varan haksız-hukuksuz uygulamalar ve tabii ki en lânet olası, zalimce talimatlarla verilen idam kararları... Bir fazilet rejimi olan demokrasiyi ve Türkiye Cumhuriyeti'ni sahiplenecek, ona gelecek tehlikeleri korkusuzca göğüsleyecek nesilleri yetiştirmedikçe, darbelerden kurtulmamız mümkün olmayacaktır.”
YILMAZ ALBAYRAK; “DARBE HİÇBİR ZAMAN ÜLKEYE MUTLULUK GETİRMEMİŞTİR”
“12 Eylül'ün oluş şekli direkt sağın ve solun çatışmasının sonucu değildi. Direkt Amerika’nın, Ortadoğu’daki ılımlı İslam'ı egemen kılmak istemesiydi. Bunun en büyük ispatı da darbeden sonra Amerikalı generallerin ‘Çocuklar iyi iş başardı’ demesiydi. Bunu solu ezmek için yaptılar. Elbette burada solcular kadar, sağ kesim de ezildi. Burada kârlı çıkan Amerika’ydı. Türkiye bunun sonucunda daha büyük bir kaosa düştü ki, o kaos ortamı hâlâ korunmaya çalışılıyor. Darbede solu tamamen ezdiler. Onlarca, yüzlerce insana kâbus gibi zamanlar yaşatıldı. Allah bir daha o günleri yaşatmasın. O günlerde esnaftım. Elazığ’da çok yoğun hissetmedik, ama özellikle büyükşehirlerde yaşayanların çektiği acıları, yoklukları, sıkıntıları içimizde hissetmiştik. Askerin, Emniyetin, bilhassa solcular üzerinde çok büyük baskıları oldu. Nedensiz yere binlerce insan tutuklandı, işkencelere maruz kaldı. Sorun ne olursa olsun, çözüm demokrasidir. Darbe hiçbir zaman bir ülkeye mutluluk getirmemiştir, getirmez de. Ülkemiz maalesef defalarca darbelerle sınanmış ve acı bedeller ödemiştir.”
BEHÇET SUSMAZ; “MİLLÎ HÂKİMİYETİ YIPRATMIŞ, DEVLETE GÜVENİ ZEDELEMİŞTİR.”
“12 Eylül’ü kanlı ve kara Eylül olarak nitelendiriyoruz. 41 yıl geçmesine rağmen, o günler acıların hâlâ devam ettiği, demokrasinin büyük yaralar aldığı kara günlerdi. Tüm darbeler gibi 12 Eylül darbesi de ülkemizin yıllarını heba ederek millî hâkimiyeti yıpratmış, milletimizin devlete olan güven duygusunu zedelemiştir. Maalesef, 12 Eylül Darbesi milletimizin maddi ve manevi değerlerine yabancı bir zihniyetin, devlet yönetimini zor kullanarak ele geçirmesi ve o duygularla yönetmesidir. 12 Eylül Darbesi de 15 Temmuz’da olduğu gibi dışarıdan yönetilen bir harekettir. O günlerde “soldan ne kadar idam varsa, sağdan da o kadar alınsın” zihniyetiyle insan hayatı üzerine tarafsızlık cambazlığı yapan bu zihniyet, “bizim çocuklar başardı” diyenlerin aslında çocukları değil, onların alt uşaklarıdır. Milletimize ve devletimize bu zulmü reva görenlerin mahşer günü ellerimizle yakalarına yapışacağız ve onlardan hesap soracağız inşallah.”
RESUL ALINAK; “ÜLKEMİZİ YILLARCA DERİNDEN SARSAN İZLER BIRAKTI”
“O dönemde öğretmenlik yapıyordum. Toplumda bir tedirginlik, gerginlik ortamı hâkimdi. O yıllar bizim jenerasyonumuzun da şahitlik ettiği bir dönemdi. Hem Türkiye solu için ki bunun içinde hem Türk, hem kürt Solcuları dahil. Maalesef o dönem çok kanlı, yıkıcı etkiler bıraktı. Dış güçlerin etkisi büyüktü. Ülkedeki iktidar güçleri sorunların çözümünde yetersiz kalınca işi orduya bıraktılar. Ne yazık ki ordudaki yetkililer de ortamın iyice kötüye gitmesini, darbe ortamının olgunlaşmasını beklediler. Ne yazık ki Türkiye burjuvazisinin o şiddet politikasını uygulayanlarının ekmeğine yağ sürdüler. Darbe barış getirmedi ne yazık ki. Ülkemizi yıllarca derinden sarsan izler bıraktı.”
YAVUZ KUZGUN; “TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ'NE KARŞI YAPILDI!”
“12 Eylül Darbesinin olacağı 1977-1978 döneminden belliydi. Bu olaydan sonra Bedrettin DEMİREL adlı Elazığlı Paşa’nın, bir röportajında bu olayların olmasına neden daha önce müdahale edilmediği konusundaki soruya 'şartların olgunlaşmasını bekledik' cevabı, yine Kenan EVREN'in de aynı cevabı vermesi, bunun planlı bir hareket olduğunu gösterir. Bu darbeyi Amerika yapmıştır. Türk Milliyetçiliği'ne karşı yapıldı. Rahmetli TÜRKEŞ 1981 seçimlerinde bir atak yapacaktı. Onun önüne geçilmek istendi. 12 Eylül döneminde maalesef mezhepçilik hortlatıldı. Alevi vatandaşların olduğu yerlere saldırılar yapıldı. İnsanlar katledildi. O dönemde özellikle ülkücüler hedef seçildi. İşkence hanelerde insanlığın kabul edemeyeceği işkenceler yapıldı. Mahkûmlara büyük işkenceler yapıldı ve ne yazık ki ailelerine kadar uzandı o eller. Mahkûmlar aileleriyle tehdit edildiler. 12 Eylül öncesinde sağ görüşlüler de sol görüşlüler de ülke için bir şeyler yapmak istiyordu.12 Eylül darbesi bir de buna yönelik bir darbeydi. Düşünen, üreten, iyi ya da kötü ülkesi için bir şeyler yapmak isteyen insanları mahvettiler. Siyasî, sosyal ve kültürel hayattan o insanlar silindi. Amerika'nın talimatıyla yapıldı.”
SÜLEYMAN TÜRKER; “AKLIMDA KALAN EN ACI ŞEY; BABAMIN SÜRGÜN EDİLİŞİ!”
“O döneme 16 yaşındaki bir genç gözüyle bakarsam, benim aklımda kalan en acı şey; babamın sadece siyasî görüşü nedeniyle ailesinden koparılarak sürgün edilmesiydi. Darbe olduğu zaman, herkeste kaosun biteceğine dair bir inanış oluştu. Ama ileriki yıllarda kaybettiklerini görünce, darbenin ne kadar korkunç bir şey olduğu anlaşıldı. Ne yazık ki darbenin esas faturasını sonraki birkaç yıl içinde daha acı olarak gördük. Bir yıl sonra üniversiteye gittim. Darbenin aslında ne olduğunu o zaman anladım. Çünkü konuşmaktan, düşüncelerimizi açıklamaktan çekindiğimiz bir ortamdaydık. Özgürlük ve demokrasinin olmadığı bir ülkede mutlu olmak mümkün mü? Özgürlüğümüz kısıtlanmış olduğunu hissetmek çok kötü bir şeydi. Elazığ’dayken bunu çok hissetmemiştim, ama öğrencilik yıllarımda bunun sıkıntısını çok hissettim. Çünkü konuşmaya korkar olmuştuk. Söylediğimiz her şeyin suç olarak algılanabileceği, çevremizde sürekli polis gücünün oluşu, gözaltına alınma kaygısı, hepimizin üzerinde bir kâbus gibiydi. Günümüzde de askerî darbe olmadan darbe yapılıyor. Bu daha tehlikeli.”
İRFAN SÖNMEZ; “76 GÜN İŞKENCEYE MARUZ KALDIM!”
“O dönemleri maalesef acısıyla yaşayanlardan birisiyim. 12 Eylül öncesinde Manisa Ülkü Ocakları’nda görev yaptım. Darbe oldu, 1 yıl sonra yakalandım ve 10,5 yıl hapis yattım. 76 gün işkenceye maruz kaldım. O dönemde ülkücülerin yaptığı her eylemin sorumlusu olarak Ülkü Ocağı Başkanı görülüyordu. Turgut ÖZAL döneminde afla çıktım. Hakkımdaki tüm davalar 2008’de sona erdi.
Darbenin ilk yılında gözaltı süresi 90 gündü. İlk bir iki hafta, işkencelerle istedikleri şekilde ifade alıp, daha sonraki günlerde işkence izlerinin iyileşmesini bekliyorlardı. Aradan geçen sürede yaşanan işkence ispatlanamıyordu. Darbe sağıyla da soluyla da toplumumuzda derin izler bırakan yaralar açmıştır. Sağdan da soldan da idam edilen insanlar oldu. Darbe ne adına yapılırsa yapılsın, hiçbir darbe meşru değildir. 12 Eylül Yönetimi buna bir sağ -sol davası diyerek basite indirgedi. Oysa, darbeyle Türk Milleti’nin millî refleksleri, dirençleri yok edildi. O dönemde devletin ilgili kurumları teröre gereken müdahaleyi yapmadılar. Daha başındayken olayları kesmek mümkünken, müdahale etmediler. Darbeyi meşru göstermek adına, ortamın hazır olmasını beklediler. Olan 5 bin vatan evladına oldu. Halbuki zamanında müdahale yapılsaydı, ülkemiz bugün çok daha iyi yerlerde olacaktı.”
MUSTAFA YILMAZ; “SAĞCI BİR ARKADAŞIM KURTARDI BENİ!..”
“O dönemde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Merkez İlçe Yönetimi’ndeydim. O dönem tedirginlikler ve kendini koruma güdüsüyle yaşıyorduk. Servise binme inme güzergâhlarımızı bile sürekli değiştiriyorduk. Darbe yıllarında günde en az 5 kişinin öldüğü ortamlar vardı. Nailbey Mahallesi’nde oturuyorduk. Bir gün bana silah doğrultulmuş arkamdan, mahallemden sağcı bir arkadaşım kurtardı beni… Solcuyduk ama, aynı mahalleli olmanın getirdiği bir dostluk da vardı. 12 Eylül, hem sağcı, hem solcu, ülkeyi ileriye taşıyacak bir kesimi yok etmeye çalıştı. Hem milliyetçi kesim, hem solcu kesim, bu ülkenin kurtuluşu için mücadele ediyordu. Daha sonraki yıllarda her iki kesim de bunu çok iyi anladılar. Güçlü, istikrarlı bir Türkiye, başta Amerika olmak üzere hiçbir ülkenin işine gelmez. Sürekli kaos çıkartılmaya çalışıldı. Ama, milletimiz sağduyuludur. Ne yazık ki giden canlar geri gelmiyor. Hem sol cenahtan, sosyal demokrat kesimden, hem de milliyetçi kesimden giden canlara rahmet diliyorum.”
VAHİT DABAK; “SAĞCILAR, SOLCULAR, BİR DE NEME LAZIMCILAR VARDI!”
“O günlere, 3 yıl öncesinden gelen bir kaos ortamıyla zemin hazırlandı. Ben Fevzi ÇAKMAK Mahallesi’nde doğdum. Orada yaşıyordum. Sağcılar ve Solcular oluşmadan, Alevi ve Sünnilerin yan yana yaşadıkları bir ortam vardı. Elazığ ve Türkiye’de bazı örgütlerin ayrı ayrı kışkırtmaları vardı. Bu insanlar arasında kutuplaşmaları oluşturdu. Darbe Amerika’nın işiydi. Kıtalar ötesinde ‘bizim çocuklar başardı’ denmiştir. Solcular idam edilmiş karşılığında dengeler kurulsun diye de ülkücüler idam edilmiştir. Anne babalar çocuklarını sabah gönderirken akşam görememe korkusunu yaşıyorlardı. Akşamları lambalar yakılmazdı. Nerden geldiği belli olmayan bomba ve silahlar patlardı. Bu ülkede Sağcısıyla, solcusuyla tamamen tam bağımsız Türkiye’yi savunanlar vardı. Sağcılar vardı, solcular vardı. Bir de neme lazımcılar vardı. Birçok arkadaşımız, o günlerin vücutlarına verdikleri zararla yıllar sonra kanser gibi ölümcül hastalıklar yüzünden vefat etmişlerdir. Darbe bu ülkeyi onlarca yıl geriye götürmüştür, bütün darbeler gibi. Türk Milleti’nin bugüne kadar yaşadığı darbeleri yaşamaması için, çok önemli bir konu vardır. Bunlara mahal verecek, bunun olmasını isteyen insanlar çok güçlü bir şekilde çalışıyorlar. Ama Türk Milleti’nin akıllı olması lazım. Okuması lazım, okuması lazım, okuması lazım.”